31 Ağustos 2008 Pazar

OSMANLI VE SELÇUKLU’DA SAĞLIK VAKIFLARI

“Babacığım! Benim paraya ihtiyacım olup olmadığını soruyorsun. Taburcu edilirsem, hastaneden bana yeni bir kat elbise ve hemen çalışmaya başlamak zorunda kalmayayım diye beş altın verecekler. Onun için süründen davar satmana gerek yok…
Canım buradan çıkmak istemiyor. Yataklar yumuşak, çarşaflar bembeyaz, battaniyeler kadife gibi. Her odada çeşme var. Soğuk gecelerde bütün odalar ısıtılıyor. Bizleri tedavi edenler, çok şefkatli ve merhametli kimseler. Hemen her gün midesi hazmedenlere kümes hayvanları ve koyun kızartmaları veriliyor. Komşum, leziz piliç göğüslerinden birkaç gün daha tadabilmek için sanki iyileşmemiş gibi tavır takınmıştı. Lakin başhekim şüphelendi ve sıhhatinin delili olarak bir bütün ekmekle tavuğu yemesine müsaade ettikten sonra, onu evine gönderdi. İşte benim de önüme son kızartılmış tavuğum gelmeden hemen gel!..” Batılı seyyah Hunke’nin, Müslüman hastanesinde yatmakta olan bir gencin babasına yazdığı mektuptan aldığı bir bölüm(1)…
Vakıf, bir malın Allah (c.c.) rızası için, insanların faydasına sunulmasıdır. Bir mülk vakfedilince o malın hükmen ilk sahibine ait olduğu kabul edilir veya Allah’ın mülkü olarak görülürdü. Böylece vakıf üzerinde tasarruf da, vakıf ne amaçla kurulduysa, yine o amaçla kullanımına devam edilmiş olunurdu. Vakıflar, zenginlerin, sahip olduklarını ona ihtiyacı olanlar için kullanıma açmaları, kendinden vazgeçip başkalarına sunmasıydı. Zenginlerin fakirleri doyurması, hastalandığında tedavi ettirmesi, yolcuları misafir etmesiydi. Toplum olarak yaşama biçimiydi, muhtaç kimseleri düşünerek… Ya da medeniyetin ta kendisiydi.
Rivayete göre vakıf, Hz. İbrahim’in sahip olduğu sürüyü, Cebrail aleyhisselamın Allah’ı (c.c) zikretmesi üzerine ona bağışlamasına dayanır(2). Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem )zamanında da sahabelerden imkân sahibi olup da vakfı olmayanın bulunmadığından bahsedilir. Osmanlı’da 26300 adet vakıf kurulduğu, bu gün için elde var olan belgelerden anlaşılmaktadır(3). İhtiyaç duyulan her yere, her ihtiyaca, o ihtiyacı karşılayacak bir vakıf eli uzanmıştır desek yeridir. Adeta hayır işlerinde kıyasıya bir yarış vardır geçmişimizde. Geçim sıkıntısı olan yaşlılara yün verip, dokudukları kumaşı dolgun ücretle alıp, onlara utandırmadan yardım eden vakıflardan tutup, yaralı göçmen kuşların bakımı için kurulan vakıflara kadar akla hayale gelmedik tüm hizmetleri vakıf çatısı altında görmek mümkün olsa gerek(4).
Osmanlı ve Selçuklu’da Bimarhane, darüşşifa, darülafiye, darüssıhha, darüttıb, bimaristan gibi isimlerle birçok hastane kurulmuştur. Bu hastaneler tek başına olabildiği gibi, bir külliyeye de dahil olarak bulunabilmekteydi. Bu külliyede, insanların ihtiyacını karşılayacak hamam, medrese, eczane, aşevi, misafirhane gibi yapılar da mevcuttu. Sağlık hizmeti, bu hastanelerin yanı sıra, kervansaraylarda da verilmekteydi. Hasta iyileştirmeye çalışılır, eğer vefat ederse de, yine bu iş için ayrılan para ile defni yapılırdı. Vakıflar sayesinde, toplumun birçok temel ihtiyacı devlete hiçbir yük olmadan, imkânı olanlarca gönüllü bir şekilde karşılanmaktaydı. Hastaneler, devletin ileri gelenleri ve zenginler tarafından kurulurdu. Vakfı olmak ve zenginlik o kadar özdeşleşmişti ki, vakıf hizmeti olmayana zengin denmezdi(5).
İslami dönemde Orta Asya’da ilk hastane, Karahanlı Böri Tigin Tamgaç Buğra Karahan’ın Semerkand’daki evlerinden birini, daru’l merza (hastane) olarak tahsis etmesiyle kurulmuştur. Haziran 1066 tarihli vakfiyesinde, yoksul ve çaresiz hastaların ölünceye kadar kalabilecekleri hastanenin, hekimlerin ve diğer personelin aylıkları, ilaç, aydınlanma, ısınma, mutfak giderleri ve cenaze masraflarını karşılamak amacıyla Semerkand’ın bir mahallesi ve bir hamamının geliri vakfedilmişti. Bu vakfiye, Osmanlı devrinin sonuna kadar devam edecek İslami dönem darüşşifa vakfiyelerinin ilk örneği olarak kabul edilir(6).
Türkiye Selçuklularının Anadolu’da bilinen ilk hastanesi, Kayseri’de kurulmuştur. Bu, hükümdar Gıyaseddin Keyhüsrev’in, genç yaşında vefat eden kız kardeşi Gevher Nesibe Sultan adına yaptırdığı hastanedir. Yanında da tıp medresesi inşa ettirmiştir. Bunu, 1217’de Sivas’ta İzzeddin Keykavus Darüssıhhası, 1228’de Divriği’de Turan Melek Darüşşifası, 1235’te Çankırı’da Cemaleddin Ferruh Darülafiyesi, 1272’de Kastamonu’da Ali Bin Süleyman Darüşşifası takip eder. Yine bu yüzyılda Mardin, Tokat, Konya ve Aksaray’da da darüşşifalar kurulmuştur. Osmanlı zamanına gelindiğinde, Selçuklu’dan aldığı bu kurumları yaşatılmaya devam edilmiştir. O yüzden olsa gerek, ilk darüşşifası, kuruluşundan yüzyıl sonra yapılmıştır. 1308 de, Amasya’da kurulan Anber bin Abdullah darüşşifasının ilginç bir yönü Moğollarca yaptırılmış olmasıdır.
İlhanlı hükümdarı Olcayto Mehmed Hüdabende döneminde prenses Yıldız Hatunun kölelerinden, Anadolu emiri Anber bin Abdullah yaptırmıştır. Bu darüşşifa, Amasya Osmanlının eline geçtiğinde vazifesini yapmaya devam etmiştir(7).
Osmanlı da ilk darüşşifa, Yıldırım Beyazıt’ın 1399’da Bursa’da yaptırdığı darüşşifadır. Burası 19. yüzyıla kadar hasta kabul etmiştir. İstanbul’un fethinden sonra Fatih semtinde Fatih Bimarhanesi ( Bimarhane-i ebul feth ) kurulmuş, zamanında çok değerli hekimler barındırmış, 19. yüzyıl başına kadar hizmet vermeye devam etmiştir. 2. Beyazıt tarafından Edirne’de, Tunca kenarında Beyazıt Bimarhanesi kurulmuştur. Evliya Çelebi, darüşşifadan ve yanındaki tıp okulundaki hekimlerden, Sokrat’ın, Hipokrat’ın, Galen’in ilminden bahseden hoca ve öğrencilerden bahseder. Devamında, vakıfnamede hastalara deva, dertlilere şifa ve divanelerin ruhuna gıda olması için on sazende ve hanendenin görevlendirildiğini yazar(8).
Haseki Hastanesi, Kanuni’nin eşi Hürrem sultan tarafından 1551’de kadın hastanesi olarak yaptırılmıştır. 1884’e kadar darüşşifa olarak görev yapmış, 1884-1894 arasında hastane ve darüşşifa birlikte işlemiş, 1894’ten beri ise yalnızca hastane olarak işlev görmektedir. Haseki, işlevini değiştirmeden, 19. yüzyıla kadar gelen tek sağlık kuruluşudur(9).
1843’de son vakıf hastanesi, bugünkü adıyla Vakıf Gureba kurulmuştur. O yıllarda meydana gelen, önce kolera ve sonra çiçek salgınlarında mevcut darüşşifaların ihtiyacı karşılayamadığı görülmüş, Sultan Abdülmecid’in annesi Bezmi Alem Valide Sultan tarafından “ Bezmi Alem Gureba-i Müslimin Hastanesi” adıyla hizmete açılmıştır. Hastanenin vakfiyesinde, genelden farklı olarak, sadece Müslüman olan fukara ve gariplere hizmet verileceği yazmaktadır, fakat doktor olarak gayrimüslimlerin çalışmalarına müsaade edilmiştir. Bir diğer dikkat çekici nokta, soğanın tanesi bir altına çıksa dahi, iaşeden en ufak bir tasarrufa dahi gidilmemesi vakfiyesinde geçmektedir(10). Burada örneklerini verdiklerimizden başka, Üsküdar’da Nurbanu Sultan Bimarhanesi, Süleymaniye Darüşşifası gibi darüşşifalar da bulunmaktaydı. Bu büyük hastanelerin yanında küçük, bir külliyeye dahil bir çok darüşşifa bulunmaktaydı. Yabancı seyyahların anlattığına göre İstanbul’da, 16. yüzyıl sonlarında yüzden fazla darüşşifa bulunmaktaydı(11).
Darüşşifalar, hastane işlevinin yanında, aynı zamanda birer tıp mektebiydiler. Tıp talebesi olmak için önce klasik medrese tahsilini bitirmiş olmak şarttı. Talebede, iyi hallerinin olduğunun bilinmesi, sağlık sebeplerini bilmeye istekli olması gibi şartlar aranırdı ve gayretlerinin karşılığında günlük iki akçe alırlardı. Müderrisler yine özenle seçilir, usta çırak ilişkisi ile talebelerine ders verir, daha sonra talebesine aldığı dersleri gösterir bir icazetname verirdi(12).
Darüşşifalar, kadı tarafından görevlendirilen mütevelli heyetince idare edilirdi. Vakfı kuran kimse, vakfiyesinde, vakfın nasıl işleyeceğin, neleri şart koştuğunu yazardı. Hekim, cerrah, kehhal (göz hekimi), eczacı, şerbetçi, hastabakıcı, çamaşırcı, sucu, aşçı, berber gibi çalışanların sayısı ve alacakları ücretler de vakfiyede bulunabilirdi(13).
Vakfiyelere, hayır sahiplerinin nezaketi, şefkati de yansımıştır.
Kütahya’da Germiyan oğlu Yakup Bey’in imaretine koyduğu vakfiyeden birkaç satır şöyledir : “ ve dahi anda kim haste olası olursa, ana hekim getüreler, ‘ilac itdüreler ve hekim hakkını vireler ve edviye bahasın vireler”(14). Fatih Vakfiyesinde şöyle der; “10 cerrah, 10 tabip ve 3 de yara sarıcı tayin ve nasb eyledim. Bunlar ki, ayın belli günlerinde İstanbul’a çıkalar bilaistisna her kapıyı vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar: var ise şifası, ya da mümkün ise şifayab olalar. Değilse kendilerinden hiçbir karşılık beklemeksizin Darul’aceze’ye kaldırarak orada salah bulduralar.”(15). Vakfı kuran kimse, vakfın giderlerini karşılamak için mülk de bırakırdı. Sultan 1. İzzeddin Keykavus’un Sivas Darüşşifası’na 108 dükkan, bazıları bir iki köyü içine alan 5 büyük çiftlik ve 7 parça arazinin gelirini bırakması buna misal verilebilir(16).
Medeniyet, teknolojinin vardığı nokta ile mi ölçülür? İnsanoğlu, makineyi eriştirdiği nokta kadar mı yol alır medeniyette? Aya çıkınca mı medeniyeti öğrenmiş oluruz? Her zaman gelişme içinde miyiz, hep bir adım önde miyiz geçmişten? Medeniyet, zannederim başka bir şey. Aynı zamanda insana huzur veren bir şey olsa gerek. Gece başını yastığa koyarken, hastaların darüşşifalarda şefkatle bakıldığını bilmek, sokakta kalan olmadığını bilmek, bir muhtaç olduğunda ona bir el uzanacağını bilmek, yaşlıların bir başına bırakılmayacağını bilmek ve daha da fazlası, bunları bizzat insanı kendinin de yapması, bu medeniyetin bir parçası olması insanın ruhunu huzurla dolduran bir şey olmalı…

KAYNAKLAR:
1. Topbaş, O.N.: Vakıf İnfak Hizmet. Erkam Yayınları İstanbul 2002. S: 40.
2. age S: 21.
3. age S: 34
4. age S: 29
5. Sarı N.A.: Türk Tıp Eğitimi Tarihinde Vakıf Sağlık Kuruluşlarının Önemi. İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü
6. Bayat A.H.: Tıp Tarihi. Sade Matbaası İzmir 2003. S:224
7. age S: 227–231
8. Hatemi H.: Türk Medeniyetinde Vakıf Sağlık Kurumları. İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü
9. age.
10. Ateş İ., Bayram S., Erdoğan K.: Vakıflar ve Vakıf Hizmetlerimiz. Kültür Matbaacılık ve Yayıncılık Ankara 1978. S: 163, 164, 165.
11. Özbilgen E.: Bütün Yönleriyle Osmanlı Adab-ı Osmaniye. İz Yayıncılık 2003. S: 343
12. Sarı N.A.: Türk Tıp Eğitimi Tarihinde Vakıf Sağlık Kuruluşlarının Önemi. İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü
13. Özbilgen E.: Bütün Yönleriyle Osmanlı Adab-ı Osmaniye. İz Yayıncılık 2003. S: 342, 343
14. Bayat A.H.: Tıp Tarihi. Sade Matbaası İzmir 2003. S:251
15. Topbaş, O.N.: Vakıf İnfak Hizmet. Erkam Yayınları İstanbul 2002. S: 3216. Bayat A.H.: Tıp Tarihi. Sade Matbaası İzmir 2003. S:228

Hiç yorum yok: