12 Aralık 2013 Perşembe

Jazz

Hemen hic bir bilgi sahibi olmadigim mesele... Kulaktan dolma birkac sey, "Siyahilerin arabeski" gibi, guney eyaletlerindeki bir sehrin cazda cok unlu oldugu gibi, bir de siyahilerin caz konusunda maharetli olduklari gibi seyler.
Santa Monica kolejinde caz dersi alan bir arkadas, Herbie Hancock adinda bir muzisyenden ve bir roportajindan bahsetti. Istanbul'da 2013'de "International Jazz Day" adinda, caz muzisyenlerinin bir bulusmasi olmus, sonradan Herbie Hancock bir roportaj vermis bu konuda, onu okudum. Ve benim, belki de cogumuzun haberdar olmadigi Turkiye ve caz arasindaki bagi anlatmis. Roportajdan anlatiyorum:
1930-40 li yillarda Amerikan buyukelcisi olan Mehmet Munir Ertegun'un oglu, caza merakli imis. O donem irkciligin on planda, siyahilerin ikinci sinif vatandas oldugu bir donem... Irkci yaklasimin geri plana ittigi siyahilerin caz plaklarini alip dinler, hatta siyahilerin meshur caz mekani olan Howard Theater'a gidermis caz dinlemeye. Hatta buyukelcilik konutuna taninmis caz sanatcilarini davet edermis ki bunlarin arasinda, caz sanatinin en meshurlari sayilan Lester Young, Benny Carter, Harry Carney, Johnny Hodges ve Rex Stewart gibi isimler de varmis.
Daha sonradan, buyukelcimiz Namik Tan'in aktardigina gore, bu olay, bazi guneyli senatorleri rahatsiz etmis. Donemin buyukelcisi Mehmet Bey'e, "Sizin eve, on kapisindan, zencile ( person of color ) girdigi gorulmus, boyle seylere musade edip cesaret vermemelisiniz" mealinde birseyler soylemis. Buyukelcimizin cevabi, " Evime, dostlarim on kapidan girerler, ama arzu ederseniz sizi arka kapidan alabiliriz.". Hancock burada ekliyor, " Dusunebiliyor musunuz, o zamanda, boyle bir insan haklari ve milletler arasi hosgoruye sahip olan bir devlet!" mealinde konusuyor.
Buyukelcimiz 1944'te vefat ettikten sonra oglu Ahmet Ertegun Amerika'da kalip Atlantic Records plak sirketini kurmus. Ray Charles, Aretha Franklin gibi unlu isimlerin de oldugu bircok siyahiye, muzik piyasasina girmesinde yardimi dokunmus. Ahmet Ertegun'un abisi Nesuhi Bey de, ayni sirkette yer almis ve cazin efsane kayitlari arasina giren Modern Jazz Quartet, John Coltrane, Charles Mingus ve Ornette Coleman'in kayitlarini yapmis.
Istanbul International Jazz Day'in katilimcilarindan Tom Carter, "Cazi, dunyadaki insanlari biraraya getiren kopru olarak goruyoruz. Turkiye, demokrasiyi gerceklestirebilmis, disariya acik Musluman bir millet. Bu, aslinda cazin da temsil ettigi seyler, baris, hosgoru ve demokrasi." mealinde konusmus.
Ilginc ve guzel bir haber olarak gorundu, paylasayim dedim.
Son olarak eklemek istedigim de, Amerika'da simdi "Black" yani zenci-siyahi kelimesini pek kullanmiyorlar, "African-American" diyorlar onun yerine, anlasilacagi gibi Afrikali-Amerikali. Demek ki, insanlar bazi kelimeleri kirletebiliyorlar, belki o kadar cirkin oluyor ki, artik hakaret filan icin kullanilamasa bile, kelime kirlendigi icin yerine yenisini bulmak ihtiyaci hissediyorlar herhalde.
Zamanin hafizasi var, kelimeleri kirletmemek lazim. Bir de, elli yuz sene sonra da olsa, hayirla yad edilmek ya da Allah rahmet eylesin denmek var. O yuzden hakkaniyet, hosgoru, insana deger vermeden sasmamak lazim vesselam...

27 Kasım 2013 Çarşamba

Beyt-ul Hikme

Abbasi Halifeligi 750'li yillarda Bagdat'ta kurulduktan 100 sene kadar sonra, Bagdat dunyanin ilim merkezi olmustu. Beyt-ul Hikme ( Hikmet, Bilgi Evi) denilen kutuphane, dunyanin en buyuk kutuphanesi haline gelmis, Musluman ilimadamlarinin yaninda, diger inanclardan ilimadamlari da calismalarini yurutuyorlardi.
Halife Memun doneminde, astronomi ilmi icin gozlemevi kurulmus, matematik, tip, kimya, zooloji ( hayvan bilimleri ), cografya, harita bilimleri ile ilgili arastirmalar yapilmaktaydi. Hint, antik Yunan, Pers gibi ulkelerin ilimleri etud edilip calisiliyor ve uzerine yeni buluslar ekleniyordu. 1250 li yillardaki Mogol istilasina kadar da dunyanin ilim merkezi olmaya devam etti.
Ilim adamlari,bilgiye hakikaten susamis insanlar idi. Arapca'ya muthis bir ceviri hamlesi olmus. Antik Yunan'in kiymetli eserleri, halifenin de destek cikmasi ile Arapca'ya cevrilmis. Hatta oyle ki, Avrupa, bazi eski eserleri orjinal dili olan Latince'den degil de, Arapca'dan tercume etmisler. Muslumanlar, o donem, ilmi muhafaza edip gelistirmis, hani bayragi tasimak derler ya, ilim bayragini tasimislar bir muddet...
Ilginctir, bu arastirmalarin arasina Egyptology denen, Misir bilimi de girmis. Hatta Halife Memun, bizzat Giza'da bazi arkeolojik kazi calismalarina da katilmis. Halife Memun'un ilime destegi sinirsiz olmus tabiri yerindeyse. Bizans sarayinin kutuphanesine arastirma ve ceviri yapmak uzere ilimadami bile gondermis.

26 Kasım 2013 Salı

Yeni Bir Dil, Yeni Bir Dunya Kurmak...

Kendime! Yanlis anlasilmasin, yeni bir dunya kuralim demiyorum. Oyle bir iddianin ici dopdolu, ayaklari yere basan, her yonden donanimli, izan, akil ve beceri sahibi bir iddia olmasi lazim. Sadece kendi adima, kendi zihin dunyam adina konusuyorum. Olaylari anlama ve yorumlamada yeni bir dunya kurmam lazim kendime...
Ibn-i Sina'nin hayatini anlatan bir kitab okudum gecenlerde. Bastan sona degil yalniz, sadece belki bir yilini anlatiyor. 10 yasinda hafiz olmus, 17 yasinda tip egitimini tamamlayip hasta tedavi etmeye baslamis. Horasan, Gurgenc, Isfahan, Hamedan'da ikamet etmis. Bugunku Turkmenistan, Iran sinirlari icinde kalan sinirlarda yasamis daha cok. Hayati ilimle gecmis. Hocalarinin ve saygi duydugu insanlarin arasinda Ebu Sehl adinda hristiyan da mevcut. Bircok bilim dali ile istigal eylemis, felsefe de dahil. Yazdigi Kanun, onyedinci yuzyila kadar Avrupa'nin da onde gelen universitelerinde, tipta temel kitap olarak okutulmus. O donemin siyasi kavgasi, ilime ulasmanin zorlugu, bircok sehir degistirmesi vs gibi sebepler, onu bu ilmi faaliyetlerinden alikoymamis.
Islam milletinin ilk donemlerinde, antik Yunan kaynaklari haril haril etud edilmis. Dusunun, musluman bir kimliginiz var, yedinci, sekizinci veya dokuzuncu yuzyilda yasiyorsunuz. Daha once onunuzde bir musluman alim olarak orneginiz de yok. Siz tutup dunyanin o donemdeki bilimini alip, analiz edip uretmeye basliyorsunuz... Sonraki yuzyillarda da liderligi almislar ilimde. Yuzyillar boyunca da ilime hakettigi deger verilmis ve yukselmis. Son uc-dort yuzyildir bir olu topragi serpilmis uzerimize. Sadece izleyen olmusuz.
..
...
Burada duracagim aslinda. Izlemisler diyecegim. Cunku o donemde yasamadim.
..
Uzun Hikaye diye bir film var, son zamanlarda izledigim en guzel Turk filmlerinden idi. Mustafa Kutlu'nun hikayesinden uyarlanmis. Orada dedigi gibi, bir uzun hikaye de biz yazalim...
Simdi kalem kagit bizde. Nefes alip verme sirasi bizde. Gorme sirasi bizde. Akil, bizde. Sahada biz variz omur yettigi muddetce...
Yeni bir bakis lazim bana. Sadece 'bakmak' ile kalmayacak bir bakis... Idrak edebilecek bir bakis lazim. Forvet oyuncusu biziz bu sahalarin... "Biz var ya biz, ne millet idik" kliselerinden kurtulmak lazim. Hemen her milletin bir basari oykusu vardir. Kimilerinin oykuye ihtiyaci yoktur, ani yasiyordur ve o anda zaten basarilidir. Eskinin topragini atmak lazim. Eskinin topragini atarken, acaba saygisizlik mi ediyorum diye dusunmemek lazim, koklerimden kopuyor muyum acaba diye dusunmemek lazim. Oz, ayni olduktan sonra kendimizi acabalara, korkulara teslim etmemek lazim. Yeni bir dunya kurmam lazim kendime...
Klise kahramanliklardan uzak durmak lazim... "Kahraman" olma iddiasindan da en uzak noktaya kacmak lazim aslinda.
Yeni bir baslangic lazim...

19 Kasım 2013 Salı

Okumak...

Ibn-i Sina, Aristo'nun Metafizik kitabini 40 sefer okumus. Ibn'i Sina'dan bahsediyoruz, 10 yasinda hafiz olmus, son derece zeki bir insan... Ve bir kitabi 40 sefer okuyor! Ve yine tam anlayamamis, Farabi'nin bu kitap uzerindeki serhini (aciklama) okuduktan sonra anlayabilmis tam olarak. Ama anladiktan sonra da, herhalde artik kazinmistir beynine.
Mehmet Akif de, bir kitabi dort sefer okuduktan sonra 'okudum' dermis diye bir rivayet var.
Bilenler bilir, tipta uzmanlik sinavi, TUS a calisanlar, on kusur ders kitabini tekrar tekrar okurlar. Tahmin diyorum ki, ortalama uc tekrar yapar cogu kimse. Ama bunun yaninda bes-on tekrar yapanlar da vardir. Bu durumda bile, bilgiler kalici olamayip birkac sene icinde hafizadan silinip gidebilir.
Fakultede, nefroloji profesorumuz, hocamiz Tevfik Ecder'e bir gun sormustum, " Ders calisiyorum, okuyorum ama bir muddet sonra unutuyorum" demistim. Tevfik hoca, bildigim kadariyla, fakultede ogrenci iken hic ders kacirmamis ve derece ile mezun olmus. Hoca, bunca senedir, dersini de anlattigi halde kendisinin de ara ara acip okudugunu soylemisti.
Bir kere okuyup birakmak olmuyor herhalde. Emek verip, uzerinde kafa yorarak, tekrar tekrar okumak gerekiyor...

14 Kasım 2013 Perşembe

5000 Dolarlik Program

Kisaca deginmek istedigim birkac sey var. Tibbi alanda arastirma, bazen cok pahaliya mal olabiliyor. Bilgi, alinip satilan bir deger olmus. Oncomine adinda bir database (bilgi bankasi) var. Bir nevi bilgisayar programi gibi. Onceden kendi basina bir websitesi imis ama yakin zamanda bir biyoteknoloji sirketi satin almis. Oncomine'in islevi, simdiye kadar kanser genetigi konusunda yapilmis olan calismalarin sonucuna ulasabiliyorsunuz. Aslinda, bu sonuclari Pubmed erisimi olan bilgisayardan da gorebilirsiniz ama, Oncomine'in yaptigi, bu bilgileri analiz edip o sekilde sunmasi. Yani mesela prostat kanseri konusunda, hangi gen mutasyona (degisiklige) ugramis, bunu ogrenmek istiyorsunuz. Pubmed sitesine girip "prostate cancer mutation" diye arama yaptiginizda 3500 kusur calisma-makale cikiyor karsiniza. Hepsini tek tek gozden gecirip, degerlendirmek cok zor. Ama Oncomine, bilgisayar programlari kullanarak, bu bilgiyi onunuze seriyor. Tabii Oncomine'in tum ozelliklerini kullanmak icin, ucretli kismina uye olmaniz lazim. Gucumun yeteceginden degil de, merak edip baktim. Senelik 5000 dolar imis.
Bilginin elle tutulur bir degeri de oldugunu nasil da gosteriyor...

Los Angeles Hatiralari - 4

Bir sehre ilk gittiginizde, anlatacak cok seyiniz vardir. Zamanla alisirsiniz, olani, farkli gormediginiz icin anlatacak birsey kalmaz.
Bir yandan da, alismak guzel oluyor, insan kendini daha guvende ve rahat hissediyor. Markette daha rahat konusuyor, belki ufak tefek sohbete de dahil oluyorsunuz. Insanlara cogu seyi artik ikinci defa sorma ihtiyaci hissetmiyorsunuz vs...
Gecen sene, bazen yanimdaki arkadaslar soylerlerdi, marihuana koktu diye. Bazen araba ile giderken, ya da bir yerden gecerken boyle derlerdi ama, henuz o kokuyu ayirt edemiyordum. Sonradan karsilastikca artik daha iyi ayirt edebilir oldum. Marihuana, yani esrar icenlere bazen rast geliyorum. Ozellikle downtown, yani sehrin eski merkezinde veya ekonomik seviyenin asagi oldugu yerlerde karsilasabiliyorsunuz. Surtunup isinmis ya da hafif yanmis kumas ya da plastik gibi bir kokusu var. Bazen otobuste ya da yanimdan gecen birilerinin uzerinden o kokuyu alabiliyorum.
Amerika'nin bazi eyaletlerinde satisi yasal hale gelmis. Kaliforniya'da yasal degil ama bayagi kullananan var. Insanlar, sirt agrisindan dolayi rapor yazdirip sonra bu raporla marihuana aliyorlarmis, muhtemelen cogu boyle bir yasal dayanaga ihtiyac duymadan aliyorlardir...
Downtownda, The Last Bookstore adinda bir sahaf kesfettim. Buyuk, ici kitap dolu, otantik bir havasi var. Eger aradiginiz kitabi bulabilirseniz fiyatlar cok uygun. Bir kac hafta arka arkaya gittim. Firsat olur da, fotograf cekebilirsem eklerim onlari da. Simdilik netten bir iki tane buldum, onlari koyayim.


11 Kasım 2013 Pazartesi

Gen Sifresi Cozuldu!

Diye baslayan haberlere pek inanmayin derim.
Gen sifresi cozuldu ne demek? Insanin zaten gen haritasi cikarilmis, orada ne yazdigi biliniyor. Isterseniz kendiniz de birkac bin dolar karsiliginda 3 trilyon civarindaki genlerinizi okutturabilirsiniz. Mesele, orada yazanin ne anlama geldigi.
50 sene once, Watson ve Crick DNAnin yapisini acikladiklari zaman, hayatin sifresi bulundu denmisti. Evet, canliligi olusturan ve hucreyi "yoneten" sifrenin yapitasi cozulmustu. Ama bugun geriye donup baktigimizda, sahsim adina konusuyorum, baktigimda, aslinda sifrenin henuz cozulmemis oldugunu goruyorum. DNA dizilmini bilsen de, DNA nin olusturdugu genlerin ne ise yaradigini bilmen gerekiyor. Her hucrede veya hucre grubunda degisik gen dizileri aktif oluyor vs vs...
Yani sadece genle is bitmiyor. Haber sitelerindeki bilimle alakali cikan haberler, ozellikle verilis sekli itibari ile gerceklikten cok uzakta. Muhabirlerin cogu, nasil okuyup anlayacagini bilmiyor ama bir sekilde "haber" "degeri" kazandiracak sekilde aktarmayi biliyorlar.
O yuzden, pek kulak asmayin derim.

4 Kasım 2013 Pazartesi

Makale Nasil Yazilir? - 2

Makalenin ilk taslagi ciktiktan sonra, belki de asil ugrasiracak kismi baslar... Tarzan ingilizcemi, Sheakspere ( dogru yazdim mi bilmiyorum ) ingilizcesine cevirmek bayagi zaman alacak, tekrar tekrar yazmayi gerektirecek. Giris kisminda, calismanin neden yapildigini anlatmak icin, guzel bir aciklama gerekiyor. Bu da, belki yirmi otuz makaleye atif demek. Tabii, onune gelen makaleye atifta bulunamayacagin icin, yuzlerce makalenin taranmasi demek...
Bazen, calismada yer alan bir proteinin neden kullanildigini veya islevini anlatmak icin onlarca makaleye goz atip, iclerinden anladigimizi, tabii koplaya yapistir yapmadan kendimizce anlatmak gerekiyor.
Bir de, yazdiginiz makaleyi hangi dergiye gondereceginiz meselesi var. Bazi dergiler bayagi gozde, Science ya da Nature gibi. Impact Factor dedikleri birsey var, derginin bilimsel agirligini gosteriyor. Yanlis bilmiyorsam Science 20 civarinda olmasi lazim. Bizim gonderecegimiz dergi muhtemelen 4-5 civarinda olacak. Biraz agirdan almaya basladim yazi isini, bir an once toparlamam lazim.
Vesselam...

30 Ekim 2013 Çarşamba

Makale Nasil Yazilir?

Bir senedir uzerinde calistigimiz deneylerin makalesini yazmaya basladim sonunda. Okunulan onca makale, bilgiler, gorulen deneyler, ortaya attigin hipotez, sonra bunun projeye dokulmus hali, onun uzun uzadiya deneyleri, elde ettigin ya da edemedigin sonuclar... Bunlari toparlayip, bu alanda calisan diger insanlarin da anlayacagi bir duzene sokup, makale haline getirmeye calisma isi... Tabii toparlanmasi gereken bu kadar cok mesele olunca insan, makale yazarken kendini de dagitiyor :) Pubmed ile birlikte Facebook, twitter ve youtube'u en cok kullandigim zamanlar bunlar. Hatta simdi gun ortasinda tutup blog yazmak da bunlarin icinde yer aliyor. Sabah gelince bir maillere goz atip, kafani toplamak icin haberlere bir goz attiktan sonra, dunku kalinan yerden word dosyasi aciyorum. Haftasonu da geldigim icin kelime sayisi 2000 e yakin olmus , iyi. Persembeye kadar 3000 i gecersem hocaya sunarim eldekileri diyorum. Biraz donup dolaniyorsun yazmis oldugun paragraflarda. Aklima gelen birsey olursa paragraf ekleyip yeni bir fasil acabiliyorum. Sonra eksik birsey farkedip pubmede dalip on onbes makaleye goz atip istedigini bulabiliyorsun ya da sonraya birakiyorum.
Bilimsel de olsa, makale icin insanda kurgu yetenegi olmali. Hikaye gibi, dizi senaryosu gibi mantik baglarini kurup, kafandakini bir gelisim icinde anlatmalisin. Istersen bir sene once yaptigin deneyi en sonda anlatirsin, istersen en son buldugun seyi basa yazip buradan yola ciktik diyebilirsin. Nasil yaparsan yap, okuyucu onu kolayca okuyup kafasinda mantik taslarini dizebilmeli. Sadece bilgi yigini sunacak olursan, o yaptigin bir seyleri tamamlamaya degil de, cok guzel kafa karistirmaya yarar.
Bir kac paragraf gozden gecirip biraz ilerledikten sonra, hoca da yoksa biraz muzik acip dinliyorum. Eger makale ile cok mesgul ise kafam, klasik iyi gidiyor. Yok, makalenin biraz disina tasmis, dinlenmek filan icinse, biraz ara vermek mahiyetinde ise baska muzikler de olabiliyor. Bazen, diger makaleleri okurken veya kendi bulgularini gozden gecirirken, ya da cok alakasiz birseyler dusunurken, aklima kanser ile alakali garip seyler geliyor. Hemen hepsinin sonunda biryere cikmayacagini biliyorum ama gene de hosuma gidiyor hemen kalem kagida sarilip aklima geleni yazmaya basliyorum, bazen bir sayfayi buluyor bunlar.
Bazen gozum laboratuarin disina kayiyor. Hollywood tepeleri ve arkadaki beyaz hollywood yazisina kadar gorunuyor. Bazen laboratuar icinde volta atip, aklima birsey gelince de hemen bilgisayarin basina cokup aklima geleni yaziya dokuveriyorum...
Cok da ara vermemek gerekiyor, sonra toparlamasi ve birseyler yazmasi zor olabiliyor, yaziya doneyim en iyisi...

Prostat Meselesi...

Otobuste giderken, bazen homeless, yani sokakta yasayan insanlar biniyor otobuse. Dis gorunuslerinden  pejmurde hallerinden anlasiliyor. Bazilari, yogun bir urin kokusunu da beraberinde getiriyor.
Prostat kanseri hastalarla calistim bir sure. Eger prostat ameliyati gecirmisler ise, 1-1.5 sene kadar idrarini tutamiyorlar, bezle dolasmalari gerekiyor. Bir kisminda bu sorun kalici olabiliyor. Bunun disinda, eger prostat buyumesi filan varsa, bazen her saat basi idrar yapma ihtiyaci hissediyorlar.
Sokakta yasayan yasli insanlarin, muhtemelen bir kismi prostat hastasidir. Zaten sokakta yasiyor, saat basi nasil bulabilecek ihtiyacini gorebilecegi bir yer? Bugun otobuste gelirken de, yasli bir amca otobusten hemen acele ile indi, duragin kenarinda idrarini yapti.
Cok sukur, musluman memleketlerde camiler bol, tuvaletleri filan var da, bu durumda olan yaslilar cok zor durumda kalmiyor.
Bunlar da hayatin gercekleri. Hep 20-30 yaslari yasamayacagiz...

17 Ekim 2013 Perşembe

Kafa Kagidi - 12

Kurban bayraminda, STKlar bircok ulkede kurban kesip dagittilar. Allah kabul etsin, iyiliklerini daha da artirsin.
Yalniz, dikkat edilmesi gereken bir sey var. Bazi yerlerde, kurban eti dagitimini kameraya almislar. Hatta bazen bir degil, birkac kamera birden oradaki insanlara odaklanip cekim yapiyor, bazilari ellerinde telefonla cekim yapiyorlar. Kurban eti almaya gelen insanlarin bazilarinin yuzlerini kapattigi goruluyor.
Ecdadimiz, muhtaclara yemek dagitirken aksamin karanliginda yaparlarmis bu isi ki, utandirmayalim diye.
Keske, kurban sevincini dunyanin heryerine tasima gayretinin yaninda, biraz da o insanlarin izzeti nefislerine dokunmadan, gerekli hassasiyet gosterilerek yapilsa bu isler.
Vesselam...

13 Ekim 2013 Pazar

Hucre ve Yapitaslarinin Boyutu

Linkte, hucrenin, bakteri ve viruslerin, DNA nin boyutu interaktif olarak gosterilmis, fikir vermesi acisindan oldukca guzel. 

 http://learn.genetics.utah.edu/content/begin/cells/scale

28 Eylül 2013 Cumartesi

Gorebiliyorum!

Lise yillarinda yurtta kaliyordum. Bir sabah uyanip gozlerimi actim. Bembeyaz. Bembeyaz dedigim, kar yagmis filan degil, sadece beyaz, baska hicbirsey goremiyorum. Beyaztan baska renk yok, hicbir cisim yok, sadece beyazlik. Inanamadim, gozumu tekrar acip kapattim ama yine beyazliktan baska birsey yok. Bayagi korktum, bildigin birsey goremez haldeydim. Bir an icimi bir korku kapladi, kor olup birsey gorememek bayagi urkuttu, bircok sey gecti aklimdan...
Sonrasinda basimi ote yana cevirdim, oda oldugu gibi gozumun onundeydi. Renkleri goruyordum, dolabi, ranzayi, pencereyi. Meger yuzum duvara donuk uyanmisim, beyaz boyali dumduz duvar. Uyku mahmurlugu ve saskinliktan oturu beyazdan baska birsey goremeyince de bayagi korkmusum :)

25 Eylül 2013 Çarşamba

Don't Be Sad : Allah Knows

Melting Pot

Amerika, disardan gelen insanlari kendi kulturune katmada cok yetenekli. Her ulke, kultur, irk, dinden insanlar geliyor dunyanin dort bir yanindan. Bir muddet sonra, kendi kultur ve aliskanliklarini birakip, gittikce bu ulkenin kulturunun icinde kaybolup, herhangi bir Amerikalinin zevk aldigi seylerden zevk almaya, gittikce benzemeye basliyorlar. Diger ulkelerde bu durum nasildir bilmiyorum ama, Amerika'da bayagi yogun. Belki sundugu yasam stilinin kolayligi ve insanin zevklerine hos gelmesi, belki Amerika'nin dunyadaki guclu devlet olmasinin olusturdugu psikoloji buna sebep oluyordur.
Amerika icin, bundan dolayi "melting pot" ifadesinin kullanildigini duydum. Yani icine attiginiz herseyi eriten bir kazan...
Isin bir de diger boyutu var tabii. Amerika, ayni zamanda farkli kulturlere son derece ozgurlugun sunuldugu ve farkliliklara alisilmis bir ulke. Sokakta yururken, ne kadar farkli giyinseniz ve ne kadar farkli davransaniz da kimse ikinci bir sefer donup bakma ihtiyaci hissetmiyor nedense. Farklilik, siradanlasmis gibi.

23 Eylül 2013 Pazartesi

Los Angeles Hatiralari - 3

Los Angeles'in belki de en cok sevdigim tarafi, gokyuzu... Ozellikle ikindiden sonra, gokyuzunde tarifi imkansiz muhtesem manzaralar olusuyor. Gorsel bir solende gibi hissedersiniz kendinizi. Mavi, beyaz ve kizilin turlu turlu tonlarinin zevkine vararken, bulutlarin degisik degisik figurlerini gozalasiya seyreder de doyamazsiniz. Kelimelerle anlatilmaz bu. Ancak o gokyuzunun altinda olup, uzerinize serilen muhtesem tabloyu seyrederken anlayabilirsiniz ne demek istedigimi. Bir arkadasim, Bunyamin, gunes Pasifik uzerinden batarken gunbatimini cekmis. Sanki bulutlar alttan alev almis gibi... Bu isik oyunlarini ikindiden, gunbatimi sonrasina kadar cogu gun gorme imkani vardir. Hollywood filan yalan, Los Angeles'in asil gorulecek yeri gokyuzudur vesselam :)

20 Eylül 2013 Cuma

Istanbul ve Los Angeles

Googlemaps'ten merak edip bakmistim. Asagida ayni olcekli iki haritada, asagi yukari ayni miktarda nufusun yerlesimi var.

Amerika'da Asistanlik Notlari

Tiptan mezun olup, USMLE sinavlarini verip Amerika'da asistanlik yapmak isteyenler olursa, gordugum ve karsilastigim birkac hususu belirtmek istedim, belki islerine yarar.
Bu siralar pediatri asistanligina basvurulari yapiyorum. Belki 200 ayri asistanlik programinin sartlarini okudum.
USMLE sinavlarindna Step 1 i vermis olmak ve, Step 2 sinavlarinin da, en gec subat aylarina kadar verilmis olmasi gerekiyor. Tabii, tum sinavlari verip, elinde sonuclari ile basvurmak sansi biraz daha artirabilir. Puan olarak cogu yer sinir belirtmese de, bazi yerler 200 uzeri, bazi  yerler de 220 uzeri puanlarin daha tercih edilecegini soyluyor.
Tavsiye mektuplarina gelince, alinacak mektuplarin Amerika'dan olmasi, disardan olmasina gore kat kat daha gecerli. Ayrica pediatri icin, en az bir mektubun pediatriden olmasini istiyorlar genelde.
Disardan gelen doktorlar icin, bazi asistanlik programlari Amerika'da klinik deneyim istiyor. Observer lik degil de, hands-on dedikleri direkt olarak klinikteki tecrubeyi tercih ediyorlar. Turkiye'de intern iken, pediatri stajini gelip burada yapmak, cok cok buyuk bir avantaj. Aksi halde kabul sansi bayagi dusuk gorunuyor.
Vize olarak, cogu yer J1 vizesini veriyor. Cok nadiren H1 yani calisma vizesi veren yerler var. Yine cok nadiren, green card ya da oturma iznini sart kosan yerler de var.
California eyaleti, California letter dedikleri ayri bir belge daha istiyor. Bu belgeyi almak cok zor degil diye duydum ama, belki birkac ay evrak isleri filan vardir ama o belgeye basvurmak icin CS sinavini vermis olmak gerekiyor.
Asistanlik programlari icin universite hastaneleri ve community hospitaller var. Benzetme yapacak olursak bizdeki fakulteler ve egitim arastirmalar diye siniflandirabiliriz.
Disardan gelen doktorlar icin, girmesi cok zor olan yerler var, tahmin ediyorum ki Cincinnati, Philadelphia, Texas Children Hospital gibi yerler. Bir de, icerlerdeki Oklohama gibi bazi eyaletler zor gorunuyor. Boston civari da biraz zor olabilir. New York, Florida gibi yerler daha kolay gorunuyor sartlarina ve daha once aldiklari international sayisina bakarak...
Velhasil, kim okuyacak da kime faydasi olacak bu yaziyi ama gene de yazayim dedim :)
Bu arada basvurulari yaptim, yalniz listeyi daha gonderemedim, muhtemelen yarin gonderecegim. Bakalim, hayirlisi...

Houston Notlari

Dun, evden cikip biraz dolanalim dedik. Geldigimden beri, nerdeyse hic gezmedim burada, evde ders, asistanlik basvurulari vs ile ugrasip duruyordum. Dun, gun icinde ara ara saganak vardi, ikindi uzeri yagmur kesilince disari ciktik, uc kilometre mesafede bir muzeyi gezecektik, yuruyelim de biraz aciliriz dedik. Yolun ortasinda, bir saganak tutturdu ki, bardaktan bosanir gibi :) Birkac dakikada tamamen islandik, siginacak biryer de yoktu. Ama yedigim en tatli yagmurlardan biri idi, hava soguk degil, ayrica yagmur da ilik ilik yagiyordu. Ne zamandir bu kadar guzel yagmurda islanmamistim, iliklerime kadar aldim yagmuru :) Baktik ki, muzeye ulasamayacagiz, zaten sirilsiklam olmusuz, geri gonduk. Klasiktir, eve varirken de saganak kesildi zaten. Yarim saat, kirkbes dakikalik yolculuk sirilsiklam halde bitti. O kadar saganagi yiyip sirilsiklam olduktan sonra, bir de evin orada bir arabanin sicrattigi suyla islandim. Yine hayatimda hic o kadar fazla bir su kutlesi, bir arabanin tekeri tarafindan uzerime atilmamisti. Sirtimi dondum ama, arka taraf boydan boya tekrardan sirilsiklam oldu :) Velhasil donup kurulandik.
Bugun cumaya, gecen hafta gittigim camiye gittim. Gecen hafta, yasli bir amca musluman olmustu, bu hafta oyle bir aksiyon olmadi ama, hutbede, namazda hayal kurdum, buradaki insanlarla nasil iletisime gecip, nasil muslumanligi anlatabiliriz diye. Ama onun icin, once cok guzel bir niyet ile niyetlenmek lazim, harbi bir yurek lazim. Kendimi yokladim, o safligi goremedim maalesef. Namazdan sonra imam, asiri yagis uyarisi oldugunu, sel olabilecegini ve dikkatli olmak gerektigini soyleyip uyardi. Ilik, nemli bir havada, yuruyerek geri dondum...
Galveston, TX.  Meksika Korfezi

18 Eylül 2013 Çarşamba

Kafa Kagidi - 11

Bu kafa kagidi yerine daha iyi bir baslik bulmam lazim ama neyse...
Yatarken aklima geldi dusunceler, kalkip yaziya dokeyim de, her zamanki gibi ucup gitmesinler dedim. Pek kayda deger olduklarindan degil de, hersey ucup gidiyor, o yuzden...
Kanser arastirmacilari olarak, ozellikle de hastaligin mekanizmasini calisan kimseler olarak, gordugumuz seyler karsisinda hayranlik, heyecan vs duyabiliyoruz. Proteinlerin, DNAnin isleyisi ve hastaligi ortaya cikarip degisik mekanizmalara karsi nasil kendilerini savundugu, yapmaya devam ettikleri seye nasil devam edebildiklerini filan gordukce ister istemez bir hayranlik uyaniyor. Vay be, oooo, harika, great, wonderful, excellent, perfect vs girla gidebiliyor aklimizda... "Evet sayin seyirciler, cekirdekten sentezlenebilen RNA bakalim proteine donusebilecek mi? Eger donusurse, uretilen reseptorler hucrenin zarina yerlesip kanserin beslendigi sinyalleri kesecek hamlede bulunacak. Evet, gidiyor, gidiyor, sitoplazmaya cikti. Az kaldi ribozomlara ulasmasina. Veeee, o da ne, mikroRNAlar! Amanin, hic hesaba katmamistik bunlari, bakalim onlara yakalanmadan ulasacak mi? Yoo, hayiiirrrr.... MicroRNAlar, cekirdekten gelen ve bize yardimi dokunacak RNAya yapisip onun sonunu getirdi." Haydi bakalim, hangi microRNA bunlar, arastirip deneylerini yap, makaleni yaz, belki orta veya biraz yuksek seviyede journalde yayinlansin. Hayvan deneyleri yapip klinik ornekler uzerinden de inceleyebilirsen, daha kaliteli dergide yayinlanma sansi artar, belki novel degildir ama, en azindan kendi calistigin kanser turunde ilktir... Vs gibi, seyler ile kafasi calisir kanser arastiran kimselerin... Sevindikleri, kanserin birilerine aci vermesi, hastaligin hala kesin cozulememis olmasi ve istiraplara neden olmasi degildir kesinlikle. Kendi icindeki dunyada, bir hastaliktan ziyade, mekanizma olarak cozme, bazen hayrete dusme vs dir bu kanser arastiran kimselerin haleti ruhiyeleri.

Kanseri baska turlu karsilayan da vardir, benim cok bilmedigim sekilde. Bir sevdigini bu hastaliga kaptiran insanlar gibi... Onlar da, sadece tek, soguk yuzunu gorurler hastaligin. Daha cok, ilk bahsettigim kisimin icinde oldugum icin, onlari tasvir edebildigim kadar, hastaligi cekenleri ve yakinlarini edemem. Allah kimsenin basina vermesin, cok zor bir durum olsa gerek. Iki gun once bir ruya gordum, hala etkisindeyim. Kim oldugunu dillendirmek istemiyorum, boyle seylerin dillendirilmesini sevmem. Ugursuzluga filan inandigimdan degil de, sadece sevmem iste. Sevdigim bir yakinimla arabada gidiyoruz. Normalde basortulu ama farkediyorum ki, basinda ortu yok. Sasiriyorum. O zaman saclarini goruyorum, bayagi seyrelmis, bir kismi alenen dokulmus. Yakindan bakinca yuzune, halsizlik ve yorgunlugu seciyorum. Biraz sonra arabadan inmemiz gerekiyor. O zaman, nasilsa kucagima alip indiriyorum. Kucagima alirken, bacaklarinin bir deri bir kemik kaldigini, vucudunun cok hafifledigini hissediyorum. O an anliyorum ki... O an kafama dank ediyor, yuregime oyle bir agirlik cokuyor ki anlatamam... Ona olan muhabbetim, onu kaybetmenin korku ve endisesi ile birlesip tas gibi yuregime oturuyor, aglayarak uyaniyorum.
Ruyasi bile bu kadar agirmis dedim kendi kendime... Ya gunler geceler boyu sevdikleri insanlarin gozleri onunde erimesini izleyen kimseler nasil dayanmislar buna? Ya gencecik, cocuk, bebek yasta kardesini, cocugunu, bebegini kaybedenler nasil dayanmis ki insanin yuregini ezecek o agirliga...
Allah kimseyi agir imtihanlarla imtihan eylemesin. Hastaligi ve hastasi olanlara da, once afiyet, sonra sabir versin. Bu derde deva arayanlara da, zihin acikligi ve gayret versin...

1 Eylül 2013 Pazar

Turkiye Tatili

Memleketten uzakta 1 sene gecti. Insan bir muddet sonra gurbete alisiyor, ozlese de, alisiyor. Turkiye'ye gece indim. Havalimanindan taksi ile Fatih'e giderken yaz gecelerinin o ilik havasini soludum :) Istanbul'u ozlemisim, Fatih'ten Eminonu'ne kadar yurudum, sanki insan ozler gibi, semtler de ozleniyormus. 
Birkac gun sonra memlekete, Maras'a gectim. Insanin ici bir hos oluyor, sanki yeniden bir can bulmus gibi, bir nevi yeniden hatirlamis gibi yasamayi...
Zaman cabuk gecti, abimin dugununu yaptik bayram ertesi. Dugunlerin en guzel yani, gorme imkaninin olmadigi bircok es-dostu gorebilmek. Kapida durup gelenlere hosgeldin dedim iki uc saat boyunca. Aradan bazi tanimadigim, ismini cikaramadigim, bir yerden tanidik gelen insanlar da vardi. Ama cogu kimse taniyordu beni, bazen mahcup da oluyorduk. Bazilari hemen taniyor, bazilari da "Sen Amerika'daki oglusun degil mi?" diyordu. 
Abim evlenince, biraz yalnizlik coktu. Sonucta arkadas gibiydik, artik bekar degil evli olunca eskisi gibi her istediginde her istedigini yapamiyorsunuz. Bir muddet sonra, insanin etrafindaki yasitlari evleniyor, bekarlarin sayisi azaliyor...
"Adamin su gibi akanidir Marasli" demis sair. Guzel insanlar var Maras'ta. 
Tatil donusu Istanbul'a giderken, Kutahya'ya ugradim bir dostu ziyarete. Kutahya'nin sivesi cok tatli geldi bana. Merak edenler, rahmetli Ahmet Ulucay'in "Karpuz Kabugundan Gemiler Yapmak" filmini izleyebilirler. 
Iki tane teyzeyi oturtup konusmalarini dinleyivercen...
Istanbul'un son gunu kosusturma, telas, hayal kirikligi, umut, beklenti vs birsuru duygu karmasasi ve agir bir bavul ile gecti. Gece gumrukten gecip sabahin erken vaktinde ucaga bindik. Kalkar kalkmaz uyumusum, Roma'ya varmak uzereyken uyandim. Oradan ikinci ucakla Los Angeles... Gecen sene, ilk geldigimde bayagi bir yabancilik, urkme hali vardi. Simdi onu hissetmeyince ayri bir rahatlik oluyor.
Vesselam...

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Kafa Kagidi - 10

Bugun iftara bir abinin evine davetliydik. Abi Marasli, yenge Trabzonlu, yemekleri sormayin, masallahi vardi. Ama yemek sonrasi muhabbet daha guzel idi. Caltech'te arastirma yapan bir Turk ile tanistim. Muhendislik kokenli ama son bir aydir biyoloji calisilan bir laboratuara gecmis, oradaki calismalarini anlatti, bayagi heyecan vericiydi. Isin ilginc tarafi, muhendislikten gelme oldugu halde, biyolojiye giris konusunda zorlanmamis, gitmis kutuphaneye, molekuler biyoloji ve genetik kitaplarini toplayip okumaya baslamis, calismalarinda bilmedigi yer oldukca da bakip ogreniyormus. Calistiklari mevzular ise bambaska.
Soyle izah edeyim, isik mikroskobunun belli sinirlari vardir, isigin dalga boyunun yarisi kadar hassasiyette calisirlar. Bundan daha kucuk seyleri goruntulemek icin elektron mikroskobu vs kullanilir. Adamlar, isik kaynagini sinyal seklinde kullanarak, daimi bir nokta yerine, tekrar tekrar yer belirten bir nokta olarak kullaniyorlar, boylece dalga boyu ile sinirli kalmiyor, daha ince detaya inebiliyorlar. Cok zeki bir sistem velhasil.
Bu sistemi kullanarak, tek hucre ile calisiyorlar. Hucreye disaridan isik yayabilecek DNA parcalari verip, bunlarin hucre icindeki aktivitesine bakip, hangi genlerin ne kadar aktif oldugunu olcuyorlar. Bunu, geleneksel, yani bizim yaptigimiz yontem ile yapacak olsak, once uc-bes gun hucreleri buyutuyoruz. Milyonlarca hucreyi kullanip DNA'larini cikarip bunlari belli islemlerden gecirerek bu adamlarin elde ettigi sonucu elde edebiliyoruz.
Velhasil, kisacasi, eger bu sistemi gelistirip pratik hale dokebilirler ise, tek tek hucrelerin hangi DNA larini ne kadar calistirdigi cok daha hizli ve kolay bicimde olculebilecek. Sadece DNA ile sinrli degil, diger protein vs gibi bir suru molekulun de ne kadar calistigi vs rahatca anlasilabilecek. Bu da, arastirmalarin bayagi bir hiz kazanmasi demek. Araba ile giderken, ucak ile gitmek gibi birsey.
Simdiki yontemler ile bile, ortaya cikan bilgi miktari muazzam. Insanin oturup tek tek analiz etmesi imkansiz, bilgisayar sistemleri gerekiyor. Bir de bu asamadan sonra cikacak bilgileri dusunemiyorum bile. Fakultede iken bir hocamiz, bilginin giderek arttigini, ilerde asil onemli olanin bilgiyi yorumlayabilme, analiz etme yetenegi oldugunu soylemisti. Gittikce daha da hak veriyorum.

16 Temmuz 2013 Salı

Kafa Kagidi - 9

Iran'dan "birisi", susuzlugu giderecek kadar su icmek orucu bozmaz gibi laf etmis. Bizim haber siteleri ve gazeteler tabii hemen "haber" diye veriyorlar bunu. Sekuler medyanin sitelerinde, "islam haberleri" basligi altindaki birkac haberden biridir bu, ve diger haberler de buna benzerdir baktiginizda.
Simdi o insanlara bir sorum olacak, diyelim kalpten ameliyat olmaniz gerekti. Kalp bu, insanin cok onemli organi, onsuz yasanmaz biliyorsunuz. Boyle onemli bir is icin, epey bir arastirma yaparsiniz, kac doktora, kac tanidiga danisirsiniz dogru insani bulabilmek icin. Gidip bir aile hekimi doktora da ameliyat olmazsiniz, illa ki isinin ehli, referanslari saglam ve tecrubeli bir doktor ararsiniz. Cunku mesele cok ciddi ve guvenmeniz gerekir. Ancak ondan sonra gider ameliyat olursunuz.
Cok basit bir ilmihal-din bilgisi ile, bu adamin soylediginin yanlis oldugu ve bu sahsin "din adami" olamayacagini bildiginiz halde, "Iranli din adamindan sok sozler..." filan gibisinden "haber" yapiyorsaniz, ben sizin niyetinize asla guvenmem. Sizinki sadece, onem vermediginiz din meselesi hakkinda, yalan oldugunu icten ice bildiginiz ama diger yandan boyle bir yalani yaymak veya "bakin nasil din adamlari var, iste din boyle birsey" demek icin, icin icten ice memnuniyet duydugunuz bir arzunuzun tatminidir.
Bir zaman, boyle bir haber kanalinin, "Islam" haberleri basligina tiklamistim da, birbirinden sacma iki haber cikmisti karsima.
Yanlis anlamayin, samimiyetinizi sorguladigim icin filan degil, zaten inanmiyorum samimiyetinize. Sadece "kıptinin merdi secaat arz ederken sirkatin söyler" derler ya, ona benzer birsey. Fitratinizi belli ediyorsunuz, hepsi bu.

11 Temmuz 2013 Perşembe

Kafa Kagidi - 8

Az once Aziz Nesin'in bir videosunu izledim. Bizim topraklardan bir bulus cikmayacagini, cikan buluslar icin de, dindar kesimin "bak bu da Kuran'da vardi" diyecegini soyluyordu. Sonra ekliyor, "madem Kuran'da var, bunca yuzyildir neden bulan kimse siz olmuyorsunuz" gibisinden konusuyordu. 
Kanima dokunuyor. 
Ama suna da inaniyorum ki, bilim ve teknolojinin "bizce"sini de yapacagiz birgun. Kendi bulusumuzu, ilacimizi, tedavi yontemlerini gelistirecegiz. 
Hayatta olsaydin da o gunleri gorebilseydin diyorum icimden...
Bunun icin cok emek gerekecek elbet. Once bilimi ogrenip, nasil yapilacagini ogrenmek lazim. Sistemi oturttuktan sonra kendi fikrimiz ve benligimiz ile yogurup kendi sistemimizi olusturmak gerek. Isin belki de zor kismi burasi. O sistemi oturttuktan sonra da gerisi gelir insallah. 
Bilimin, dogu-musluman akli ile neler uretebilecegini hayal bile edemiyorum. Dusunsenize, sufi bir genetikcinin bakis acisini, Karadenizli merakli insanin elinden cikacak mekanizmalari, Erzurumlu Ibrahim Hakki Hz. hayrani bir astrofizikci, Marasli bir doktorun kansere aradigi careleri, Konyalinin elinden cikacak arabalari, Mardinin eski medreselerinden dogacak modern universitelerinin uretecegi bilimi, Bursa'nin uretecegi ucak ve roketleri... 
Biraz utopya belki simdi bunlar. Ama hayaller de iyidir degil mi?

Tubitak'in Yeni Projesi



Gecen gun laboratuarda hoca ile sohbet ederken, Tubitak'in yeni bir projesinden bahsetti. Cell line uretilmesi icin odenek ayirmis. Cell line denilen sey, biyoloji ve tip arastirmalarinda kullanilan, uzerinde deney yapilabilecek hucre soylari demek. Hocanin dedigine gore, bilimsel arastirma konusunda en temel ve atilmasi gereken ilk adimlardan birisi imis. Hani tarim ile ugrasmak isteyenler icin en basta gelen seylerden biri traktor edinmek ise, bilimsel arastirmalar icin de cell line o demek.
Ayaklari yere basan ve cok saglam bir adim, Tubitak'i tebrik ediyorum :)


6 Temmuz 2013 Cumartesi

Misir...

Ortadogu uzmani olmayan birinden, Misir hakkinda...
Mursi basa geldiginde, ekonomik olarak darbogazda ve anladigim kadari ile disardan gelecek paraya ihtiyaci olan bir ulke vardi. Subat ayinda cikan bir makalede, ulkenin IMF ve dolayisi ile Amerika'dan gelecek olan parayi alamadigi, uc ay sonra yakit ve gida konusunda darbogaz olabilecegi yaziyordu. Turkiye ve Katar'dan gelen 2'ser milyar dolarlik para, ekonomiyi bir miktar rahatlatsa da, uzun vadeli cozum olmadigi yaziyordu. Ulkenin ekonomik darbogazinin, Mursi'ye karsi muhtemel bir darbeye zemin hazirlayabilecegini soyluyordu. Suudilerin, Misir'i darbogazdan kurtaracak ve Mursi'ye yardim edecek paralari oldugu halde bunu vermeyeceklerini de soyluyordu. Krallik ile yonetilen ve bastan beri Arap ulkelerindeki ayaklanmalara karsi cikan, Yemen ve Tunus'un devrik liderlerine evsahipligi yapan Suudilerin, paralari oldugu halde Mursi'yi bu durumdan kurtarmayacaklarini soyluyordu. Diger ulkeleri saymiyorum, sadece musluman olanlari soyluyorum. Ve eger olursa, muhtemel bir darbenin, Mursi karsisinda tek guclu olabilecek olan ordudan gelecegi soyleniyordu.
Gecen aya geldigimizde, haberlerden okudugum kadari ile benzin konusunda cok buyuk darbogaz yasanmis, enflasyon ve kuculen ekonomi ulkeyi darbogaza sokmustu. Muhalefet bu firsati kacirmadi. Baradey ve diger liderler, ordu eliyle de olsa yonetimi devraldi, ya da hala elde etmeye calisiyorlar diyelim. Misir, disariya karsi, askeri darbe diyemiyor, asker eliyle yonetimi degistirdik, cogunlugun istegini asker eliyle yaptik diyorlar. Darbe derler ise, IMF gibi yerlerden para alamayacaklar, simdiki memnuniyetsizligi tetikleyen ekonomik gidisati gorunurde de olsa duzeltemeyecekler...
Bu duruma sevinen ve uzulenlere bakarak, durumun kimin isine gelip kimin isine gelmedigini anlayabiliriz, o konuya cok girmeyecegim, gorulen birsey zaten...
Misir adina cok uzuldum. Askerin isin icine girmesi, demokrasi adina cok buyuk kayip. Insanlar, birsekilde en kotu demokrasinin bile ekonomi vs den onemli oldugunu anlayacaklar, Tahrir'de kazandiklarini gene ayni yerde kaybettiler.
Musluman Kardesler, ekonominin ne kadar onemli oldugunu anlayacaklar veya anlamislardir. Ekonomik olarak disari bagimli iseniz, o ulkenin sahibi degilsiniz demektir, isterseniz %90 ile basa gelin, yine birsey ifade etmiyor.
Ve su da gercek ki, her yonetim kendi zenginlerini ve burjuvasini olusturur, dogru veya yanlis, bu boyle. Eger Mubarek 30 sene basta kalmissa, ekonomik ve tum diger alanlarda tum ulkeye kok salmis olmalari kacinilmaz. Bir senede bunun degismesini beklenemez. Uzun yillar alacak bir surec normale donmek. Darbeye en buyuk zemini hazirlayan ekonomiden, Mursi ne kadar sorumlu tutulabilir?
Batinin, durum karsisindaki tutumuna sasmadim. Demokrasi veya oteki degerler, Batinin sahip oldugunu ve mulkiyet hakkinin kendilerine sahip oldugunu zannettikleri seyleri aslinda ifade ettigi manasi ile degil, arac olarak gorduklerini biliyordum, bir kere daha gormus olduk. Onlar icin, bu degerlerden daha onemlisi, kendi islerine gelip gelmedigi, gerisi hikaye.
Yanlis anlasilmasin, yazida Suudi veya baskalarinin ismi filan gecmesi. Kimseye karsi ozel bir kin gutme, birilerini dusman sayma durumunda degilim, musluman olan herkes, herseyleri ile gene bizim. Herkes kendi cikari ne ise ona gore davraniyor, birilerini suclayip isin icinden cikmak en kolayi. Mesele, guclu ve ahlak sahibi olup gerektigi yerde gerekeni yapmak ve yaptirabilmek. Ahlak dedigim, goreceli bir ideoloji degil, kendi yalin manasi ile ahlak.
Turkiye olarak, ekonomik olarak bulundugumuz noktaya sukrettim. Elbet sosyal dagilim vs konularinda tartisacak cok sey vardir ama, IMF gibi disari bir guce bagli olmak, bagimsizlik onunde, kendi politikalarini belirlemede cok buyuk engel, bunu gorduk.
Bir de, her durum kendi sartlari icinde degerlendirilir. Ulkelerin politikalari, durumlara gore cok degisken olabiliyor. Kisa vadede kazancli gorunebilecek kazanclar pesinde kosup, dis politikanizi ahlak uzerine oturtmaz iseniz, uzun vadede guvenilir bir ulke olmaktan cikarsiniz, bunun goturusu daha fazladir, ki, getiri goturu hesabindan ote, ilke ve karakter meselesi... Bu konuda Sayin Ahmet Davutoglu'nu hayranlikla izliyorum. Gecenlerde dusunurken aklima geldi, Yavuz Sultan Selim, "Misir'i aldik ama Sinan'i kaybettik." diyor. Bazen bir ulkeden daha degerli insanlar geliyor. Ahmet Davutoglu'nu da oyle goruyorum, deseler ki ortadogu ulkelerini Turkiye'ye verelim, yine degismem. Onun disislerini yonettigi bir ulkenin ferdi olmak gurur veriyor. Turkiye, gerektigi gibi Mursi'nin, yani halkin sectigi insanin yerinde yer aldi. Ve inaniyorum ki, eger orada secilmis bir baskasi olsaydi ve Musluman Kardesler darbe ile yonetimi ele gecirseydi, o zaman Davutoglu, Musluman kardeslerin yaninda yer almazdi.
Misir'da, simdi askeri alkislayan insanlarin cogu eminim kisa zamanda pisman olacaklar. Gecmiste ulkeye buyuk hizmetler etmis, zor yonetimin zor sartlarina ragmen toplumun yaralarina merhem olmaya calismis Musluman Kardeslerin kiymetini anlayacaklardir diye dusunuyorum. Diger yandan, Musluman Kardesler acaba siyasete girmeyip eski hizmetlerine devam etselerdi nasil olurdu diye de dusunmuyor degilim, cunku isin icine siyaset girince, menfaati olan insanlar da girmeye basliyor ve toplulugun safiyetine zarar verebiliyor bu, bilmiyorum...
Ote yandan, muhalif liderlerin askeri darbeye destek cikarak aslinda siyasi manada kendi kuyularini kazdiklarini dusunuyorum. Artik demokrasi veya liderlik nutuklari atsalar da, halkin kalbine dokunabileceklerini zannetmiyorum. Ortadogu insani olarak, mazlumun yaninda yer almak gibi bir huyumuz var. Bu yapilan haksizlik, Mursi'yi halkin ve diger ulke halklarinin gozunde daha da buyutecektir. Ve ilk firsatta halk bunu fazlasiyla yansitacaktir. Darbe ile elinden aldiklari yonetimi, bir nevi liderligini pekistirmis olarak iade etmeleri gerekebilir.
Kendi adima cikardigim dersler de var. Demokrasinin kiymetinin bir kere daha farkina variyorum. Darbenin, toplumun bir kesiminin eliyle veya buyuk gosterilerle de olsa, her turlusunu zararli olarak goruyorum. Insanlar, belli bir sureligine yonetmesi icin oy veriyor sectikleri kisilere. O yuzden birlikte yasamanin geregi ve topluma olan saygi, o yonetime gelecek secimlere kadar sure tanimayi da beraberinde getirir diye dusunuyorum. Secimler disinda, diger turlusu, elastik bir nesne gibi demagoji ve bir taraflara cekilmeye cok acik ve tehlikeli.
Ve ulke olarak, belki de gecmiste verdigimiz kurbanlar ve darbelerden oturu, demokrasiyi daha icsellestirdigimizi gorup seviniyorum. Merhum Adnan Menderes'in son sozlerinde soyledigi " Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes'in ölüsü sizi ebediyete kadar takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna rağmen duam sizlerle beraberdir. " sozu gercek oluyor, darbe isteyen insanlara firsat verilmiyor belki de...
Ve son olarak da, demokrasi oyle birilerinin, ozellikle de batinin "lutfu" ile gelebilecek birsey degil. Milletin bedel odeyerek elde ettigi, gunumuzde mevcut olan yonetimlerin en gecerli ve kiymetli olani. Milletin kendi icinden gelmeli.
Buraya kadar okuyup gelen olacagini sanmiyorum da, maksat oyle icimi dokmek, vesselam...
5 Temmuz 2013

2 Temmuz 2013 Salı

Bir Bayilma Hikayesi

Gecen pazar gunu, ders calismak icin bir kafeye gittim. Evde, bazen ne kadar istese de ders calisamiyor insan, kendini biryerlere atmasi gerekiyor. Coffee Bean'ler var, Starbucks gibi kahve dukkani zinciri. Westwood'da, UCLA'ya yakin oldugu icin universite genclerinin takildigi yerlerden... Velhasil, hava sicak oldugundan, soguk birseyler alip, pencere kenarindaki yuksek sandalyelerden birine gectim, ders calisiyorum. Sandalye de, bayagi yuksekte biryerde. Neyse, bir ara telefonla konustum memleket ile, tam telefonu kapatmak uzereyken dirsegimi carptim. Hani orada bir sinir vardir ya, tam da onu. Gozum karardi, icim bir acayip oldu. Zar zor hoscakal deyip telefonu kapattim...
Nerde oldugumu, hangi zamanda oldugumu dusunuyorum ama cikaramiyorum bir turlu. Kafam allak bullak. Bir yandan da, garip bir hafiflik var uzerimde :) Gozumu acabildim sonunda, baktim yerdeyim. Burada ne ariyorum diye dusunuyorum. Sonra kafede oldugumu gordum. Bu kafede ne ariyorum, vakitlerden hangi vakitteyim diye dusunurken, birileri iyi olup olmadigimi soruyor basimda... Sonradan dirsegimi carptigimi ve gozumun karardigini hatirladim. Hemen kalkmayi goze alamayip bir muddet daha uzandim boylu boyunca, serin serin iyi geldi. Ote yandan da, kafami kontrol ettim, biraz aci vardi ama kanama filan yoktu. Gozlugum gozumden cikip yamulmus, camin ufaktan bir kenari kirilmisti, duzeltip gozume taktim. Biraz yatarak dinlendikten sonra kalkip benimle beraber dusen kitap kalemi toparladim, bu sefer engin bir yere gecip oturdum. Uzun zamandir bayilmiyordum, en son hatirladigim, lisede iken bayilmistim... Iyi geldi biraz, sanki beyne bir reset atmis gibi olduk :)
Turkiye'de olsam, ben dustukten sonra ambulans aranmis, ayilip kendime gelinceye kadar da ambulans gelmis olurdu asagi yukari. Kafede on kisi varsa, bir iki kisi geldi yanima, digerleri ne is yapiyorlarsa aynen devam ettiler. Gelsinler, baksinlar manasinda demiyorum, sadece farkli bizim oralardan...  Ben ayildiktan sonra sordular ambulans cagiralim mi diye :) Gerek yok, ben doktorum dedim :)

28 Haziran 2013 Cuma

Kafa Kagidi - 7

Vucuttaki hucreler kendi aralarinda iletisim kuruyor. Ortama gore, davranislarini da degistirebiliyorlar.
Diyelim bir kanser hucresi var. Bu hucre, henuz baska hucreler ile karsilasmadan, gelen sinyalleri okuyup ona gore davranis sergileyebiliyor. Boyutuna aldanmamak lazim, icinde resmen bir alem var hucrelerin.
Bu ise yillarini vermis biri, hucrelerde uretilen hicbir molekul, bos yere uretilmemistir, mutlaka bir gorevi vardir demisti. Saniyede yuzlerce, binlerce, belki milyonlarca molekuller uretiliyor hucrede. Insanda trilyonlarca hucre var, dusunebiliyor musunuz? Benim devreler buradan itibaren yanmaya basliyor, "dusunemedi" oluyorum :)
Yuzuklerin Efendisi serisini izleyenler bilir, orada ayri bir dunya, ayri bir dil ve cografya, ayri irklar vs vardir ( her ne kadar eski ingilizce, cografya vs benzerlikleri olsa da, yine de apayri bir dunya ) . Ve insan hayret ediyor, bu kadar bir dunyayi nasil olusturmus Tolkien diye.
Hucre de, gozle gorunmeyecek kucuk boyutta, bircok dili, bircok cografyasi, zarlar ile ayrilmis belli bolgeleri ve is bolumu...
Ufuk acici calismalari olan bir hoca var, kanser hucreleri ve vucudun diger hucreleri arasindaki iletisimi arastiriyor, belki arastirmanin ileri asamalarinda, bulduklarindan yola cikarak tedavi de bulunabilir.
Iste o hocanin yaninda calismak istiyorum, bir haftaya kadar belli olabilir, haber bekliyorum :)

26 Haziran 2013 Çarşamba

Aksan...

Ingilizceye gittikce alisiyorum, genelde anliyorum ilk seferde. Olmadi tekrar ettiriyorum, ondan sonra anliyorum. Siyahilerin aksani daha zor, onlara genelde tekrar soruyorum ne dediklerini. Dun bir siyahi bir sey sordu, dort bes kere tekrar ettirdim, adam da nasil sabirli ise tekrar tekrar sordu soracagini. Soruyu anladiktan sonra adamin peltek oldugunu farkettim. Iki bilinmeyenli denklem gibi birsey yani.

23 Haziran 2013 Pazar

Bir Ulke Nasil Batirilir

Bir ulkeyi batirmanin pratik yollari vardir. ( Bir ulkeyi nasil ederim de batiririm diye kafa yorup aklima gelen seyler degildir bunlar, yanlis anlasilmasin :)
Aslinda cok pratik ve cazip ve cok etkili tek bir yontem bile yeterlidir kanaatimce. O da sudur ki: Ahbap cavus iliskisini gelistirmektir. Insanlari degerlendirmenizde yaptigi is ve o insanin kalitesi degil de etiketlerine onem vermek yeterlidir. Yani hisim akraba deyip, bizim memleketten, filancanin selamini getirmis, bizimkilerden filan deyip, yaptigi isin kalitesine bakmadan degerlendirirsiniz. Bir mevkiye bir adami getirirken , o isin ehli olup olmadigi tek kriter olacagi yerde, bunu hic dikkate almayip diger organik veya inorganik baglari gozonune alirsiniz. O gelen kimse de, isgal ettigi yer kadar, veya daha becerikli ise daha da fazla zarar verir memlekete.
Bu bahsettigim neredeyse yuzde yuz garantili bir yontemdir. Uyku kacirip vicdan yaptiracak yonu de pek yoktur, cunku bir ahbaba yardim etmis, bir sevdiginizin yolunu yapmis isini gormussunuzdur.
Insanlar cok garipsemez bu yontemi uyguladiginizda, uzaydan gelmissiniz gibi de bakmaz size. Cunku alisilagelmistir. Belki eskiden, medeniyetimizin yuksek devirlerinde iken alisilmadik, kabul edilemez ve yadirganacak bir durum olabilir ama gunumuzde oyle bir endiseniz olmasin, artik unutulmustur. Insanlar anlayisla karsilar sizi, " ne de olsa tanidigi" derler. " Ben de olsam bizimkileri getirirdim o mevkiye" derler.
Ayrica basarili orneklerini daima gorursunuz etrafinizda. Bilimsel yayin yoksunu rektorler, ozgur dusunmeden mahkum kalip zihinli universite hocalari, sehirleri gittikce yasanamaz hale getiren belediye baskanlari, ufku iki sokak oteyi gecmeyen yonetici konumunda insanlar...
Dedigim gibi, bir ulkeyi batirmak cok kolay. Hic yorulmadan, isi ehli olmayana verin. O da yine yorulmadan " isini " gorur, batirir ulkeyi. Bu kadar basit mi diyeceksiniz, evet, bu kadar basit.

12 Haziran 2013 Çarşamba

Arastirma Isinin Riskleri

Komsu laboratuarda calisan bir arkadas var, doktorasini yapiyor. Belki bir senedir uzerinde calistigi bir proje vardi. Kalp krizi geciren hastalarin, hasar goren kalbini onarici bir tedavi uzerine calisiyordu, projesi nerdeyse bitmis, makalesini yazmis, son duzeltmeleri yapiyordu. Meger bir baska grup da ayni calismayi yapmis, uc hafta once de yayinlamislar. Arkadas bugun farketmis, onca emegi bir anda havaya ucmus oldu. Bir baskasi yayin yaptiktan sonra, onun uzerine tekrar ayni yayin yapilmiyor.
Sonradan duyduguma gore, bazen boyle oluyormus. Hatta biri, doktorasini yapiyor, tam calismalarini bitirip yayinlamak uzere iken, bir toplantida kendi calismasinin aynisinin yapildigini goruyor. Bunun uzerine mecburen konusunu degistirip iki sene daha ugrasiyor doktorasini bitirmeye.
Ne diyelim, Allah basa vermesin.  

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Kanser, sosyoloji...

Bugun klinikte iken, kanseri cok iyi tasvir eden birsey soyledi doktor, kanserin felsefesini mukemmel bir sekilde ozetliyor.
Sunun gibi birseydi; " If a cell in the organism, says that ' I am immortal ', the organism eventually dies because of that cell. If all cells in the organism says ' We are mortal ', then, there is no problem. "
Mealen; vucuttaki bir hucre " ben olumsuzum " derse, ( kanser hucreleri teorik ve nerdeyse pratik olarak olumsuzdur, surekli cogalir ) vucut eninde sonunda o hucre yuzunden oluyor. Ama vucuttaki tum hucreler, " biz olumluyuz " derse, o zaman problem  yok. 





    

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Kafa Kagidi - 6

8 Mayıs 2013 Çarşamba

3 Idiots

Hint yapimi "3 Idiots" filmini tavsiye ederim. Son senelerde izledigim en iyi filmlerden biriydi.
Lisede iken, okulun en iyilerinden Akif, Ramazan ve Omer Faruk abiler, fen kismindan anadolu kismina gecince bayagi olay olmustu, sayisal derecesi yapmaya aday ogrencilerin esit agirligi tercih etmeleri, okul yonetimince hic mi hic iyi karsilanmamisti, simdi o aklima geldi.

Insan illa ki doktor, muhendis olmak icin yaratilmamis ki... Insanin icinden ne geliyorsa, onu yapmasi lazim gelir. Bireylerin yetenekli olduklari merakli taraflarini torpuleyip, sinavlarda aldigi yada alabilecegi puanlara gore meslek siniflarina ayirmak, bir nevi zulumdur. Kim maymuna, sen inek olacaksin deyip ondan sut cikarmaya calisir? Ya da baliga, sen kus olacaksin deyip onu ucurmaya calisir? Ogrencileri de istidatlari neyse ona gore ozgur birakmak ve dahi destek olmak lazim vesselam.

Bir de, universite 1 sinifta iken, profesor bir hocamiz, kendi basindan geceni anlatmisti. Kendisi ve hanimi doktor, ustelik akademisyen ikisi de. Cocuklarinin da doktor olmalarini istiyorlar, coculari ise guzel sanatlar okumak istiyor. Fakat anne babasinin baskisini gorunce, sinava calisip tibbi kazaniyor. Ama gitmiyor. Anne babasina, "Bakin, istersem gidebilirim ama yapmak istedigim is bu degil" diyor. Ondan sonra anne babanin akli basina geliyor. Sonra da cocuk bir iki sene guzel sanatlarin sinavina hazirlanip orayi kazaniyor.


4 Mayıs 2013 Cumartesi

Suriye

Bir haber sitesinde, esedin askerlerinin, insanlara iskence ederek nasil katlettiklerinin goruntuleri vardi. Artik insanliktan cikmis olan askerler, once bicaklar ile adamlari delik desik edip sonra da taslarla eziyorlardi. Gercek goruntuler bunlar, holywood urunu degil. Normalde beddua etmek hic huyum degildir ama, bunlari gordukce beddua ediyorum. 

Guclu devletler, menfaat kavgalarina bir cozum bulamadiklari icin, oradaki halk hala olmeye devam ediyor.
Eger, adaleti saglayacak bir devlet guclu olmazsa, ya da baska bir deyisle, guclu olan devletler ahlaksiz olursa, sonu buraya variyor demek ki. Nur icinde yatsin, Mehmet Akif ne de yerinde soylemis ' tek disi kalmis canavar ' derken. Canavar bile masum kalir belki.
Maalesef insanlar unutuyor. Gecmise bakip ders almasini bilmedigimiz gibi, basimiza gelenlerden de ders cikarmasini bilmiyoruz yeterince. Bir kenara yazin bu yasanilanlari ve sakin unutmayin. Sakin ha sakin unutmayin. Bugunun "medeni" devletlerinin yaptiklarini sakin unutmayin. Disardan medeni gorundugune bakmayin. Elbet iclerinde cok iyi insanlar da vardir amma, kanunlar olmasa, sadece vicdanlar kanun olsa, inanin bu bati memleketleri medeniyette cok geride kalir bizim simdiki halimizden.
Yasanilanlara bakinca, Turkiye'nin olaylara tavrina bakinca, memleketimle gurur duyuyorum. Belki teknikte geriyiz, kanunlar yeterince islemiyor ve daha baska sorunlarimiz vs var. Ama Elhamdulillah, batidan daha cok insaniz. Ve ilerde, adalet yerini buldukca, hakedene hakettigi verildikce her manada daha da ilerde olacagimiza inaniyorum. Ve boyle olmasi da sart. Bugun, Turkiye cok guclu olsa, esedin halkina zulmetmeye cesareti olur muydu? Rusya ve Amerika'ya soz dinletse, bu zulum devam eder miydi? Etmezdi. Meydan boyle ahlaksiz bir politikaya kalinca, maalesef zulum oluyor, ezilen oluyor, imdat deyip sesini duyuramayan veya imdat bile diyemeden can verenler oluyor. Bu boyle. Sanmayin ki, bu olaylar bittikten sonra hersey yoluna girecek. Hayir. Yine biz gucsuz kalmaya devam edersek, yine benzeri bir durum meydana ciktiginda, yine karar verici kimseler, vicdansiz kimseler olacak ve yine masumlar acisini cekecek. Vicdan, Allah'in bize verdigi cok buyuk bir nimet. Ve batida simdiye kadar pek gorulmedi. Bireysel bazda ahlak sahibi kimseler elbet vardir ama devletlerin pek degistigini dusunmuyorum.
Amerikaya Avrupalilar yerlesmeye basladiginda 20 milyon kizilderili varmis, simdi 2 milyon. Nufus artisina bakilacak olsa, simdiye Amerika'nin yarisi Kizilderili olmaliydi.
Afrika, tek basina Amerika+Hindistan+Cin+Avrupa kadar topragi ve zengin yeralti kaynaklari olan memleket. Insanlar acliktan oluyor orada. Batinin somurgesi su veya bu sekilde hala devam ediyor.
Misalen, Kongo, Belcika'nin somurgesi iken, Avrupanin lastik ihtiyacini oradan karsiliyorlarmis, ailelere dolduramayacaklari kadar yuksek kotalar veriliyor ve dolduramayanlarin da kollari kesiliyor. Resimleri bile var internette, gorebilirsiniz.
Diger ulkelerin Afrikaya yaptiklarini tek tek anlatacak olsak saymakla bitmez.
Japonya, 1937 de Cini isgal ettiginde, sadece Nankingde 250-350 bin arasinda sivili katlediyor kisa bir sure icinde. Tum Cinde ne kadar insani katletmis bilmiyorum.
Sovyetler gene milyonlarca insani surgunle, aclikla vs katlediyor.
Almanlar, Hitler yahudileri ve diger milletlerden insanlari katletmis... Daha bu liste o kadar uzun ki. Bir iki yuzyil geriye gidecek olursan, dunyanin hicbiryerinde masum memleket kalmiyor nerdeyse.
O ozentisi olunan bati, avrupa, paris, london vs sehirlerin nasil yukseldigini bilsek, hangi somurge memleketten, oradaki insanlara ne eziyetler, iskenceler ile aktarilan paralarla yukseldigini bilsek o gorkemli sehirlerin, sokaklarinda yururken icimize fenalik gelir, midemiz bulanirdi.
Bunlara bakinca Osmanli torunu olmaktan dolayi cok sukrediyorum. Afrika, somurgecilerinin dilini konusurken, eskiden Osmanli topragi olan yerler, kendi dillerini konusuyor. Belki zorla hakimiyet altina alinan yerler vardir ama, cok sukur zulum altinda inlettigi yer yoktur Osmanli'nin. Hakimiyet olsa da, isgal ve somurme tarzinda degil, insancil ve saygili bir hakimiyet olmus.
Simdinin sozumona 'medeni' devletleri... Sizin hayraniniz degilim. Ve insallah olmayacagim. Bu yaptiklarinizi da bir kenara yaziyorum, unutmayacagim. Gecmisteki hatalarinizi da yaziyorum bir kenara. Niyetim kin gutmek degil, ne oldugunuzu unutup, koru korune hayraniniz olmak gibi bir tongaya dusmemek. Ben dedelerimin, Osmanlinin, Selcuklunun hayraniyim. Ve bir gun, medeni sehirleri, bilimi, sosyal hayati, kanunlari, insan iliskileri, vakiflari ve insanlari ile o medeniyeti tekrar yasayacagimiza inaniyorum. Insallah omrum yeter o gunleri gormeye.
Medeni devlet olmak ile ovunen memleketler, o zaman goreceksiniz medeniyet neymis. O zaman goreceksiniz kimse zulum etmeye cesaret edebiliyor mu?
( Haber okurken, Suriye'deki cekilmis o videoyu gorunce cok dokundu. Yuzyillardir ici bos bir bati hayranligi zaten bikkinlik verdi. Bunlari birlestirip biraz icimi dokeyim dedim. Simdi sohbet edecek kimse de olmayinca buraya yazdim. Sabredip buraya kadar okuyan varsa da ayrica helal olsun )

27 Nisan 2013 Cumartesi

Kafa Kagidi - 5

Harvard'in 2011 endovment i ( anladigim kadariyla yapilan bagis veya butce ) 32 milyar dolar imis. Onu takip eden diger universiteler de yine milyar dolarlik butceler ile calisiyorlar.
Bu siyaset ne menem birseydir ki, yok senin adamin girsin su mevkiye, yok benimkini koyalim buraya diyerekten mahvetmisiz universitelerimizi. Universiteler, sanki ilkokul ogrencisiymis gibi, baslarina bir de YOK u koymusuz, sanki koyun gutturuyoruz.
Bilim, teknoloji konusulmayinca, tabii yerini ucuz vatanseverlikler, gundelik siyaset soylemleri almis. Ademoglu iste, uzun seneler calisip didinmekle alinacak yolu, iki siyaset, iki tanidikla halledebildi mi, hemen o yola sariyor.
Sayilari hic de az degil, adi profesor olup dogru duzgun yayini, bilimsel tarafi olmayan... Ustelik asil uzuntu veren sey sudur ki: Zehir gibi, parlak zekalari, ufku acik ve onune cikan engelleri asmaya azimli genclerimizi, bu dinazorlarin ellerine veriyoruz. ( Tabii tum hocalar ici boyle konusamam, kesinlikle cok fedakar ve caliskan hocalar da var ama, hersey onlarin elinde degil maalesef ) Ve bu kisir cekismeler, ucuz politikalar ile, neler neler kaybediyoruz. Bunun da farkina, soyle bir etrafimiza bakinca variyoruz. Gecen gun California, Los Angeles universitesine gittim. Diyecek soz bulamadim. Cok guzel bir mimari, genis bir yasam alani, akliniza gelebilecek her turlu imkan, aktivite... Ne kadar anlatsam, gormeden bilinmez. Onlari gordukce, icim acidi kaybettiklerimize. Neden olmasin? Neden bizim her sehirde bu kadar donanimli universiteler olmasin ki? Isi, ehline verseler, ucuz siyaseti, beles yasamayi birakip kim hakediyorsa ona biraksalar isi... O zaman olur ama... Hakikaten icim acidi...


Kafa Kagidi - 4

Bazi meselelerde onyargiliyim. 8 Mart, 14 subat, mayisin ikinci pazari, filan ayin falan gunu... Yama gibi duruyorlar bence. Sanki birseylerin acigini kapatmak ister gibi. Eksik gedik olan seyler oyle tek gunle kapanmaz, eksik yoksa da zaten yamaya ihtiyac olmaz vesselam...

13 Nisan 2013 Cumartesi

Faruk Nafiz Çamlıbel-Han Duvarları



Siirde, Sair seyahat etmektedir. Ilk konakladiklari handa :

"On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından

Huduttan hududa atılmışım ben"
dizesini gorur. Yola devam ederler. Yol uzerindeki oteki handa ise su misralari gorur :
"Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben"
Yolculuk ilerler ve son konakladiklari handa ise su misrayi gorur :
"Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"
Handan ayrilip yola devam edecekleri sirada merak eder, hanciya Marasliyi sorar. Hanci , " Hana sag girdi olu cikti gecende " cevabini verir...

26 Ocak 2013 Cumartesi

Saglik Sigortalari

Bugun, klinikte, epey tecrubeli cocuk doktoru ile sohbet ediyordum. Nerden geldi bu saglik sistemi, sigorta sirketleri diye sordum. Bayagi uzun hikaye dedi. Baslangicini ben hatirlamam, dedi.
Eskiden, hastane pek yokmus. Doktorlar eve cagrilir, hastalar evde tedavi edilirmis. Vefat eden de gene evinde vefat edermis. Hastaneler, sadece bakacak kimsesi olmayanlarin kaldigi, bir nevi hayir kurumlari imis eski zamanlarda. Son yuzyilda, artik hastaneler insa edilmeye baslanmis. Tabii bunlar buyuk butce isteyen isler. Teknik gelisip yeni ilaclar, tedaviler, tetkikler ortaya ciktikca haliyle maliyet de artmaya baslamis. Saglikta sigorta kavrami, doktorun soyledigine gore plansiz, duzensiz bir sekilde ortaya cikmis. Sigorta 50-60 sene once, zannederim Baylor'da baslamis ilk olarak. Oradakiler, kadinlarin kozmetik urunlerine duzenli olarak para harcadiklarini gormusler. Ogretmen kadinlara, aylik 1 dolar veya daha altinda bir odeme karsiliginda, senede 10 gune kadar hastanede yatmalarini ucretsiz yapalim demisler. Saglikli, genc olduklari icin zaten pek hastalanip yatmaz diye dusunmusler herhalde. Sonradan diger meslek gruplari filan derken is gittikce buyumus. Simdi Amerika'nin temel meselelerinden biri haline gelmis bu saglik sistemi.

Obama biraz degistirmeye calisiyor, bildigim kadari ile , saglik sigortasini odeyemeyecek durumda olanlarin, eksik oldugu kisimlari devlet odeyecek gibi seyler ama ne kadar care olur duruma bilmiyorum.
Amerika'da iflasin ilk 3 sebebi beklenmedik olum, bosanma ve hastalik imis. Turkiye'de istatistik pek tutulan birsey degildir ama, eger tutulacak olsa, muhtemelen ilk 3 e bu nedenler girmez. Bu da, zannederim insani iliskilerimizin henuz saglam oldugunu, yardimlasma ve dayanismanin devam ettigini gosterir.

15 Ocak 2013 Salı

Onkolog

Bir suredir, hastanenin Uro-onkoloji klinigine gidip, oradaki doktorlar ile birlikte hasta goruyoruz. Ben sadece gozlemci olarak bulunuyorum. Uro-onkoloji demek, bevliyenin kanserler ile ilgilenen kismi demek. Hastalarin cogunlugu prostat kanseri. Bu kanser turu genelde olduren bir kanser degil ama gorulme orani cok yuksek oldugu icin bu kanserden olen insan sayisi da fazla.
Neyse, bugun bir hasta geldi. Hastanin yanina gitmeden, daha once yapilmis tetkik, biyopsilere baktik. Bu kanser bayagi ileri bir evrede idi, belki baska yere de sicramis idi. Hastanin yanina girdik. Doktor anlatmaya basladi. "Bu hastalik genelde zararsizdir. Cogu zaman tedavi bile gerektirmez, sadece izleriz. Ama kucuk bir kismi da vardir ki, bunlarda hastalik ileri derecedir, oldurucudur. Siz de bu kisimdasiniz.". Boyle soyledikten sonra hastaya baktim, saskin, biraz cokkun, gozleri ile birseyler ariyor gibiydi. Sonra anlatmaya devam etti doktor. Hangi tetkiklerin yapilacagi, sonuclara gore nasil tedavi izlenecegi,  hastaligin hangi asamasinin hangi tedavi gerektirdigi ve bu tedavilerin etkileri, hastaligi tedavi etme oranlari...
Belki bir yarim saatten fazla konustu hasta ile, bu sure zarfinda hasta ile mukemmel bir iletisim kurdugunu gordum.  Soyledikleri hem acik ve net, insanin aklinda soru isareti birakacak turden seyler degildi ve ayni zamanda sundugu tedavi secenekleri ile de cesaret vericiydi. En sonunda, "hastaliginiz ciddi, eger danismak isterseniz, ikinci bir gorus almak isterseniz bu konuda filan kimse de cok iyidir, ayrica isterseniz bir de radyasyon onkologu gorsun" gibi tavsiyede de bulundu. Bu da, kendine guvenin bir ifadesi, ayni zamanda kaprissiz olmanin da bir isareti idi bence.
Hastanin yanindan ciktigimizda, hastanin yuzunde gordugum o guvenli bakis, rahatlamis hal ve hafif bir gulumseme epey etkiledi beni. Demek ki hakiki tabip boyle olunuyormus dedim kendi kendime. Hastanin yanindan ayrildigin zaman, kanser oldugunu ogrenmis olsa da, rahatlamis olacak, kafasinda soru isareti kalmamis olacak, umidi kirilmamis olacak ve doktoruna guven duyacak...