10 Mayıs 2009 Pazar

Şeker Diyabet

Endokrin servisinde ellili yaşlarında bir hasta gördük. Bir gözü görmüyor, diğeri de yüzde on görüyor. Beş on sene öncesine kadar gücü kuvveti yerinde, o güne kadar doktor yüzü görmemiş. Kalp krizi geçirmiş, o sırada ölçülen kan şekeri yüksek çıkmış ve diyabet ( şeker ) tanısı konulmuş, sanırım altı yedi sene önce. İlaç tedavisi başlanmış. Dört sene kadar ilacı kullanmış hasta. Sonra da, ne de olsa bir şikayetim yok ve ilacın da bir faydası yok diyerek bırakmış. Öyküsü böyle… Dersten sonra hoca bu dersle alakalı ne öğrendiniz diye sordu. Sıra bana gelince, diyabetin göründüğü gibi masum bir şey olmadığını, yakalanır yakalanmaz sıkı bir şekilde tedavi edilmesi lazım diye düşündüğümü söyledim. Millet olarak ilaca ve doktorlara karşı bir önyargı var bizde. Otobüsle İstanbul’a gelirken yanımda oturan tıp fakültesinde okuduğumu öğrenince doktorlardan dert yandı, ilaca gerek olmadığını, kafadan ilaç yazıldığını söyledi. Hepsinin bir yeri olduğundan bahsettim biraz ama fazla konuşmadım, dinledim. Her hastalık için bir ilaç yerine dört beş tane gereksiz yere ilaç yazıldığını söylüyordu…
insülin
Diyabet kandaki şekerin yüksek olması manasına geliyor. Bu şekeri gerekli yerde kullanmak için insülin diye bir madde var vücudumuzda, bu yetersiz olunca gerekli yere gideceğine kanda kalıyor. Bu yükseklik de kısa dönemde bir zarar vermiyor ama yıllar içinde kaçınılmaz bir şekilde göz, kalp, beyin, böbrek gibi organlarda geri dönüşümü olmayan hasara yol açıyor. Bizim hastada da önce kalp krizi ile belirti vermiş, daha başka hasar yokken ilaca başlanmış ama gerek doktorun hastalığın ciddiyetini anlatamamasından gerek hastanın tedaviyi kendi kendine bırakması bu sonucu getirmiş… Eğitim gerek. Hepimiz bir şekilde bu toplumun bir parçası olduğumuzdan, en başta kendimizden başlamamız gerek herhalde. Doktor olarak hasta ile daha iyi bir iletişimin yolunu bulmak gerekiyor…

Hiç yorum yok: