13 Haziran 2011 Pazartesi

"İNTERN" LÜK 1

6. sınıf tıp talebelerinin bir diğer ismi "intern" dür. ( okunuşu intörn olduğu için, sonradan gelen ek de lük olmakta vesselam ) Bugünlerde son günlerini yaşadığım 6. sınıftan bahsetmeye çalışacağım. İlk söyleyeceğim, 6. sınıfa kadar doktorluk hakkında nerdeyse hiçbirşey bilmiyormuşuz. İkinci diyeceğim, eğer bir fırsat verilse, harcanan altı senenin hatırı olmasa, bilmiyorum kaçta kaç insan yine tıbbı seçerdi...
Neyse, bu senenin başından başlayayım. 6. sınıf 50 haftalık bir dönem. Değişik bölümlerde staj yapılıyor, sınav yok.
Cerrahi D servisinden bir hatıra...
2010 temmuzunun 19 unda, cerrahi ile başladı macera. Beyaz takımları giyip servislere dağıldık. Bizim geldiğimizi, yeni intern grubunun başladığını gören asistanın sevinci hala gözümün önünde. Sonradan anladık tabii neden bu kadar sevindiklerini. Bir ay boyunca sabah yedi, akşam beş, ekseriyetle ayakta bir yerden bir yere koşturmakla geçti vaktimiz. İstanbul Tıp Fakültesinde, ve muhtemelen yurdumun diğer fakültelerinde yeterince hemşire ve hastabakıcı olmadığından dolayı daha ziyade ara eleman olarak kullandılar bizleri. Getir götür, pansuman ve dosya işleri birinci öncelikti. Eğitim ise üçüncü, dördüncü sırada gelen birşey oldu maalesef.
Her sabah yedide traş olmuş vaziyette gidiyorduk. Önce vizit oluyor, arkasından vizitte yazılan yapılacaklar, pansumanlar yapılıyordu. Birimiz ameliyathaneye iniyor, orada hem ameliyat seyrediyor hem de bir malzeme gerek olduğunda ona gönderiliyordu. Bazen ameliyattan çıkan parçayı bir kutuya koyup patoloji binasına gönderdikleri de oluyordu. Dışarıdan et gibi görünen parçayı kah gizlemeye çalışarak, kah açıktan taşıyorduk hastanenin içinde.
Sıcaklardan dolayı terden sırılsıklam olmuştuk. İlk hafta ikişer üçer kilo verenimiz oldu. Akşam eve dönünce ders çalışma teşebbüslerim oldu fakat yorgunluktan uyuyakaldım, bıraktım.
Cerrahiyi bitirdiğimiz gün, gözler gülüyor:)
üzel şeyler de oldu cerrahi serviste. Karadenizli aile vardı. Kızları karaciğer yetmezliğine girmiş, acilen annesinin karaciğerinin bir parçası nakil edilmişti kıza. Konuşmaları çok orjinaldi ailenin, sempatik bir aileydi, bazı diyaloglarını aramızda tekrarlayıp gülerdik. Ameliyattan sonra bir seferinde kızcağız koridorda yürümeye çalışıyor, babası da bir yandan takip ediyordu. Kız, karnındaki yaralardan dolayı öne eğilip yürüyordu. Babası, " Kızım, tik dur, tik dur " diye çağırdı:) Başka bir seferinde bu kızın karnından ufak bir hortum çıkarılıp yerine bir dikiş atılacaktı. Asistan abi önce orayı iğne ile uyuşturdu. Kız korkudan titremeye başladı, bir yandan da dokundurmak istemiyordu yarasına. Asistan, " uyuşturdum, hiç birşey hissetmeyeceksin " diyordu. Kız " hissetmiyrum ama korkiyrum" dedi:) Yine bir sabah bu ailenin odasına girdik vizit yaparken. Küçük bir televizyon koymuşlar odaya. Hani radyonun anteni kırılınca oraya tel, çatal gibi metal birşey takarlar çeksin diye. Bu televizyonun da anteni kırıktı, bir çatal takmışlar oraya. Ama plastikten:):):) Ne gülmüştük ama...

Hiç yorum yok: