25 Kasım 2011 Cuma

"İNTERN" LÜK 2

Çapa'da intern demenin, ara eleman olduğu, hem asistan, hem öğrenci, hem getir götür görevlisi, hem hasta bakıcı vs... olduğu tüm 6. sınıf talebelerinin bizzat yaşayarak bildiği bir şeydir. Maalesef, sistemin eksikliğinden kaynaklanan, bunda hocaların çözüme yeterince gönül vermemesini de yine başta gelen sebeplerden görüyorum, bir sorundur. 6. sınıf, yani tıp eğitiminin bir parçası olduğu halde, bir eğitim programının olmayışı da bunu gösterir. Hocaların kafasındaki, nasıl olsa o kadar süre hastanede vakit geçiriyorlar, artık bir şeyler öğrenirler herhalde mantığı vardır zannederim. Yalnız, burada elbette istisnalar da vardır. Ama maalesef, dediğim gibi "istisna" olarak kalmaktadırlar.
Neyse, cerrahiden bahsetmiştik ilk olarak. Bir de "acil cerrahi" var. Staj iki hafta sürmesine rağmen en yoğun geçen stajdır ( genel cerrahi B servisi hariç ). Sabah 7 buçukta başlar. Beş nöbet vardır ki, her nöbet 26 saat kadar sürer. Bizim rotasyonda uyumak da yasaktı gece, bir iki sefer bir saatlik uyuyabildim, onun dışında uyuyamadım. Acil kısmında, sabahtan akşama kadar mutlaka bir iş vardır peşinde dolaşacağınız. Zamanın nasıl geçtiğini farkedemezsiniz. Gelen hastaların ilk muayeneleri, pansumanlar, bazen dikişler, acil ameliyat çıkarsa ameliyat, radyolojiden yorum alma, laboratuardan sonuç getirme... Tıpta "rütbe"nin en çok hissedildiği yerdir cerrahi. Asistan kıdemlendikçe iş yükü azalır, "angarya" tabir edilen işlerden kurtulur. Gece ameliyat yoksa uyuma süresi de artar. İş kıdem esasına göre dağıldığı için, en "angarya" işler de internün üzerine kalır haliyle. Angarya'nın manasını açayım. Getir götür işi demektir. Hastanede güzel, hatta vasat bir bilişim sistemi olmadığı için lab sonuçları, radyolojik görüntülerin danışılması vs işler interne yıkılır. Bir seferinde hesaplamıştım, tüm hastanede yaklaşık 20 kişinin tüm yaptığı iş, bu gereksiz getir işleri. Bazen hasta yakınlarının, bazen kat görevlilerinin, bazen de internlerin yüklendiği bu görev, basit ve kullanışlı bir bilgisayar ağı ile ortadan kaldırılabilir ve bu 20 kişi daha faydalı işler yapabilir ama Çapa da maalesef bunu yapacak " akıllı " insan yok, ya da yapacak pozisyonda değil.
Cerrahiden çok saptım, konumuza dönelim. Acil cerrahi stajı, gereksiz iş yükü ve stresi sayesinde, bir çok internün genel cerrahiyi asistanlıkta yazmama sebebidir kanaatimce. Konuya dönelim dedim ama, bir seneden fazla bir süre geçtiği için, zihnim acil cerrahi stajının çoğunu silmiş, geriye bölük bölük anılar bırakmış, onlardan bahsedeyim.
Bir gece, nöbetteyiz. Saat üç civarı. Acil ameliyat çıkmış, internlerden benim girmem gerekti ameliyata. O zamanlar da, ramazan ayı. Ezan 4:30 gibi okunuyor, yani muhtemelen biz ameliyatta iken. Koşa koşa kantine gidip iki çikolata yedim, bir de su içip sahurumu yaptıktan sonra yine koşa koşa doğru ameliyata gittim:) Gecenin 2-3 üne kadar ayakta çalışmaya dayanıyor insan. Ama vakit dördü aşınca artık dermanı kalmıyor. Bir de ameliyatta yaptığımız iş ekartörlük, yani yarayı açıp geniş tutan ekartörleri tutup ayırmak olunca, artık sallanmaya başlıyor insan. Sanki saniyelik uyku-uyanıklık arasında gidip geliyor. Yanındakilerin konuşmasının bazı kelimelerini duyuyor, bazılarını kaçırıyor, böylece konuşmanın tamamını anlayamıyor:) Asistan, benim bir iki sefer sallandığımı görünce uyarmıştı sakın düşme diye.
Her gün dokuz gibi acil hocalarının dersleri olur. Yarım, bir saat bir şeyler anlatırlar. Bu ders, nöbetin ertesi gününe denk geldi mi tam işkence olur. Bir seferinde, nöbet ertesi derste, koridorda hoca anlatırken, benim dizlerimin bağı çözülür gibi oldu uykusuzluktan ve yorgunluktan. Ayakta uyumak denir ya, tam da o işte. Hoca bunu görünce, sen şu duvara yakın dur dedi. Yani düşersem, destekli düşmüş olacağım:) Sağol ya..
12 Eylül pazar... Referandum ve Türkiye'nin basket maçının olduğu gün. Oy kullanmaya çıktım. Dönüşte bir yerde yemek yerken giydiğim cerrahi takımına biraz ketçap döküldü. Daha yeni yıkamıştım ve temiz temiz giyiyordum:) Biraz temizledim, neyse artık böyle idare edeceğiz diye döndüm. Akşama doğru, asistan ve bir hasta tartışıyordu. Hasta, acil bir durumu yokken, poliklinik hastası iken, acil cerrahide tedavi olmak istiyor, doktor da, cerrahi polikliniğinden randevu alıp oraya gitmesini söylüyordu. Hasta biraz kızmıştı, yer var, siz de boş duruyorsunuz, neden bakmıyorsunuz diyor, doktor da, acil olmadığınız için size burada bakılmaz, evet boş yer var ama orayı acil hastalar için saklamamız lazım diyordu. Bu sırada, Atışalanı civarında minibüs kazası haberi geldi. Çok sayıda yaralı varmış, bizim acile de dört tanesi geliyormuş. Ambulanslar geldi, iki hastanın hayati tehlikesi olduğundan onları resütasyon odalarına aldılar. Resütasyon odası, diğer acil cerrahi hastaların yattığı yerden farklı, yaralanma gibi çok acil, bazen de cerrahi girişim gerektiren hastaların alındığı odalar. İkisinden birine girdim, internlere de ihtiyaç oluyordu. Hastanın solunumu, nabzı yoktu. Kafasından darbe almış, yüzünün bir tarafı tanınmaz halde, bir bacağı kırılmış, şekil değiştirmişti. Hemen kalp masajına başlandı. Bir ara ben devraldım masajı. Bayağı yorucu bir iştir kalp masajı, beş dakika bile çok yorar insanı. Kırk dakikadan fazla uğraştık ama dönmedi. Zaten geldiğinde de yoktu kalp atışı, muhtemelen o zamandan vefat etmişti. Diğer resütasyon odasındaki hasta yaşamış, yukarı yoğun bakıma almışlar. Daha sonradan ne oldu bilmiyorum. O kazada, zannederim 13 kişi hayatını kaybetmişti. Hastaya kalp masajı yaparken üzerim kan olmuştu epey. Daha sonra ortalık sakinleşince asistandan, üzerimi değiştirip gelmek için izin istedim, ama gerek görüp izin vermemişti. Ertesi günü, acil cerrahi stajının iki haftalık yorgunluğu, bir önceki gecenin uykusuzluğu ve o vefat eden hastanın üzerimdeki kanları ile sabah sekiz gibi evin yolunu tutmuştum. Yanımdan geçenlerden bakanlar oluyordu ama hiçbirinin farkında olacak, hiçbirini düşünecek mecal bulamamıştım kendimde.

Hiç yorum yok: