6 Ocak 2012 Cuma

“İNTERN” LÜK 5

6. sınıfın ortasında iki ay çocuk stajı vardı. Bunun ilk ayında Çocuk Onkoloji-Hematoloji bölümünde idik. Hematoloji servisi, hastanede gördüğüm en gergin ortamlardan biri idi. Genelde lösemili hastaların yattığı bir yerdi. Hastaların enfeksiyon kapma ve herhangi bir enfeksiyonun da ölümcül olabilmesi dolayısı ile, serviste doktor odasından dışarı çıkmazdık. Asistan doktorlar da aynı şekilde, gerekmedikçe hastalara yaklaşmazlardı. Sürekli olarak maske ve galoş ile durmak da belki bu gerginliği artıran bir başka unsur idi.
Çocuklar ile beraber genelde anneleri duruyordu. Kadınlar, çocuklarının çok ağır hastalığa yakalanmış olmaları nedeniyle çok değişik ruh hallerinde idiler. Aylarca hastanede kalmaları sebebiyle ortamı, ilaçları vs her şeyi iyiden iyiye öğrenmişlerdi. Bu ortamda asistan olarak çalışmak da çok zordur. Çünkü asistanlar, çocuk hastalıklarında rotasyonlar halinde bir birimden diğerine giderler. Yeni gelen bir asistan, ki ortamı bilmediği için hata yapma riski de yüksektir, bazen en ufak hatasında bir sinir patlaması ile karşılaşabilir. Nitekim, bizim orada olduğumuz dönemde asistan abla hastadan kan alma gibi bir işlemi yaparken ufak bir hatası mı olmuş nedendir tam bilmiyorum, hastanın annesi asistanın elinde ne varsa artık, devirmiş dökmüş. Sonradan profesörün haberi oldu, profesör epey anlayışla karşıladı hastanın annesini…
Üç yaşında, çok afacan bir çocuk vardı. Bir sabah koridorda bisiklete biniyor, bizim kapının önünden geçerken durdu, içeriye “günaydın doktorlar” diye bağırıp yoluna devam etti. O ortamda hiç beklenmeyen  bir şey olduğundan herkes güldü:)
Servisin, içimi acıtan biryanı, servisin kapısında sürekli olarak bir hasta yakınının beklemesi idi. Bunun vazifesi, çıkan laboratuar sonuçlarını alıp getirmek, eğer gerekirse de numuneleri laboratuara götürmekti. Gece gündüz… Ya Allahaşkına reva mı bu? Senin bilgisayar sistemin mi yok? Oradan versinler bilgisayara, buradan gör sonucunu… Tüm hastanede sadece bu gereksiz getir götür için en az on kişi vaktini buna harcıyor. Hasta yakını, intern, hademeler… Bir akıllı adam da çıkıp şu işi düzeltir mi çok merak ediyorum. Bir akıllı adam ya, prof değil, uzman değil, ordinaryüs değil, sadece bir akıllı adama ihtiyaç var, o kadar.
Hematoloji stajının ikinci yarısında poliklinikte durduk. Bize de hasta baktırdılar. İnternlükten zevk aldığım, bir şeyler öğrendiğimi hissettiğim nadir zamanlardandı. İki intern, iki asistan hasta bakıyorduk. Bazen asistanın biri nöbet ertesi oluyordu. O gün, o asistanın çalışması o kadar fark ediyordu ki, sanki beyni devre dışı kalmış, işleri daha alt katmanlardan sürdürmeye çalışıyor gibiydi.
Çocuk stajının ikinci ayında infeksiyon servisinde idik. Serviste çalışırken bir adam gördüm. Bir ay kadar önce, hematoloji kliniğinde çalışırken gene görmüştüm, çocuğu hasta idi ve Çapaya yatırmaya uğraşıyordu. Bir sürü saçma sapan bürokratik işlemlerle boğuşuyordu o zamanlar. Paltosunun eteklerini savurarak oradan oraya koşturuyordu. Tekrardan görünce şaşırmıştım. Sonradan anladım ki, çocuğu infeksiyon servisine yatırmışlar. Hastalığını öğrendim, çok nadir görülen, birkaç ay gibi kısa sürede öldüren bir çeşit kansere yakalanmıştı. Ara sıra odasına uğrayıp sohbet etmeye başladım çocukla. Daha altı yaşında idi ama yaşına göre çok olgun davranıyordu. Gelip gitmemden memnun oluyordu. Bazen babası da geliyordu, yine o palto vardı üzerinde. Karısı biraz kızar gibi takılıyordu, yelken gibi açıyorsun şu paltonu diye… İnfeksiyon servisinde işimiz bitince ayrıldık. Belki bir ay sonra gene gördüm o adamı, sohbet ettik biraz. Ben ayrıldıktan sonra çocuğu hematoloji bölümüne çıkarmışlar. Orada iken, birgün fenalaşmış, şimdi yoğun bakıma kaldırmışlar. Beraber gittik yoğun bakıma. Çocuğun birkaç gün önce beyin ölümü gerçekleşmiş, ama hala makineye bağlı idi. Metanetle karşılamış ailesi durumu. Kısacık bir ömür yaşamış olsa da, çok özel bir çocuk olduğunu söylüyorlardı…

Hiç yorum yok: