13 Mart 2012 Salı

"İNTERN" LÜK 9

Son sınıfın son stajı onkoloji idi. Çapada, Onkoloji Enstitüsü bulunmakta. Eski binalardan birinde. Giriş ve altkatında poliklinikleri üst katında laboratuarlar, daha üst iki katında da hasta odaları bulunuyor kabaca. Ama bina iki üç parça olduğu için bayağı karışık, biz bile yolumuzu zor buluyorduk başlarda.
Biraz serviste, biraz polikliniklerde durduk. Toplamda çok fazla birşey yaşamadık, rutin takiplerin bir kısmını biz yapıyorduk ve hastalar ile pek temasımız olmadı, dosyalar konusunda asistana yardımcı oluyorduk sadece.
Bu stajdan sonra seçmeli staj denilen başka bir staj vardı, iki haftalık. Ama mezuniyet vs zamanına denk geldiği için sadece bir iki nöbetler halinde gidildi, onun dışında gidilmedi. Bizden sonra da kaldırıldığını duydum zaten. Bu son aylarda artık mezuniyet, vedalaşma, fotoğraf çektirme zamanları idi.
Mezuniyet törenine katılmadım. Nedeni de o sıralar yaklaşmış olan USMLE sınavım idi. Sınava yakın Ankara'ya geçtiğim için tekrardan tören için dönmedim İstanbul'a. Hayatta bir kere olacak birşey, keşke katılsamıydım diyorum bazen ama henüz pişmanlığını yaşamadım, ilerde yaşanır mı bilmem.
Geri dönüp baktığım zaman, internlük hayatı tıp fakültesinde geçirdiğim, birşeyler öğrendiğim en güzel zamanlardı. Belki diyeceksiniz, o kadar çok yakındığın mevzu olduğu halde böyle konuşuyorsun diye. Benim yakınmama sebep olan, yapılabileceği ve çok büyük yarar sağlayacağına inandığım şeylerin yapılmamasıydı. Çok daha iyi bir eğitim sunabilecek iken, neden daha azı ile yetiniliyor? Neden insanlar kendi kendilerine eziyet ediyorlar, kendilerinin veya çalışanlarının işlerini zorlaştırıyorlar, buna anlam veremiyorum.
Geçenlerde diş hekimi bir arkadaş ile sohbet ederken, Türkiye'de üniversite sınavlarında yüksek puan alan öğrencilerin hep mühendislik, tıp gibi alanlara gidip ara eleman olduklarından, yönetici olanların daha az zeki olduğundan ve bunun acısını çektiğimizden bahsetti. İşin zeki olmak olmamak boyutuna girmeden, sadece şu pencereden bakarak konuşmak isityorum; hakikaten bu ülkenin iyi bir siyasalcıya, iyi bir tarihçiye vs ihtiyacı var. İnsanlarımız boşu boşuna bir yarışa sürüklenip yüksek puan almanın sonucunda belki kendi istemediği bir mesleğe sürüklenip mahkum olabiliyor orada. Hani derler ya parası ile rezil olmak diye, bu da bir nevi kafası ile rezil olmak bence. Ne istediğini iyi tartıp düşünmesi lazım insanın. Biz lisede iken, okulun en parlak zekalarından üç arkadaş sayısalı bırakıp eşit ağırlığa geçmişlerdi de okulda kıyamet kopmuştu, bir nevi deli gözü ile bakmışlardı onlara. Akıllı olmak illa ki mühendis doktor olmak değil ki. Hangi işte iyi olacağına, mutlu olacağına inanıyorsa onu seçmeli insan. Hem kendi, hem de ülkesinin yararına. Üniversite sınavında birinci olan kimse, istiyorsa konservatuara gitsin, istiyorsa deniz ürünleri bilimlerine, tarihe, güzel sanatlara, at yetiştiriciliğine... Nerede mutlu ve başarılı olacağına inanıyorsa oraya gitsin ki, gerçekten alanında başarılı insanlar yetişmiş olsun. Üniversite 1. sınıfta bir hocamız anlatmıştı. Kendi ve eşi tıp fakültesinde profesör. Çocukları varmış bunların, güzel sanatları istiyormuş. Anne baba da tıp okumasını istiyorlar. Çocuk sınava çalışıp tıp fakültesini kazanıyor. Sonra tıbba yazılmıyor, güzel sanatlara hazırlık kursuna gidiyor. O zaman anlamış anne babası hata yaptıklarını.
Neyse, sözü daha uzatmayayım. Yaklaşık 8 ay oldu mezun olalı. Geri dönüp baktığım zaman keşke daha fazla çalışsaymışım, daha fazla okusa imişim diyorum. Tıp bir derya. Öğrendikçe sevilecek, bilgiye hakim oldukça keyif alınacak bir alan. Ve elbette sürekli okumayı elden bırakmamak gerek. Asit baz gibi karmaşık bir konuyu anlatan bir hocamıza bir gün, hocam dedim, okuyorum okuyorum ama sonra geri unutuyorum, ne yapmam lazım diye sordum. Hoca, kendi alanında bile bazı konuları defalarca okuyup unuttuğundan, sonra yine okuduğundan bahsetti. Sayı olarak tam aklımda kalmamış ama onlarca defa okuduğundan bahsetti diye hatırlıyorum. Bu da bir nevi teselli olmuştu bana. Anatomi dersine giren bir hocamız da, size altı sene boyunca öğreteceğimiz şey aslında sadece, ilerde bir bilgi lazım olduğunda nereye bakmanız gerektiği olacaktır, demişti.
Fransızların da güzel bir buluşları varmış kültür tarifinde bu konu ile ilgili, " Kültür, birçok şeyi ezberlemek değil,  birçok şeyi öğrenip de onları unuttuktan sonra insanda kalan bilgi hassasıdır." ( Necip Fazıl'ın bir kitabından).
Aklımda kaldığı kadarı ile tıp fakültesinin son sınıfından hatıralarımı paylaştım, sürçü lisan eyledi isek affola...

Hiç yorum yok: