30 Mayıs 2012 Çarşamba

Yıllar, ölüm...

Ölüme gittikçe yaklaşıyoruz. Yaş o kadar hızlı ilerliyor ki, bir noktadan sonra insan alışıyor saymaya, çok garip gelmiyor hızlıca akıp gitmesi zamanın, birden dank ediyor kafasına...
Seneler olgunlaştırıyor insanı. Her halini görmeye alıştıkça insanların, çıkışlarınız birilerini yaraladıkça keskin taraflarınız azalmaya başlıyor.
Tanıdık insanlar artmaya ve gerçek dostlar yerinde saymaya devam ediyor. Artık amca, hala oluyorsunuz, babanız da dede olmuş oluyor.
Anne babada hastalıklar çıkmaya başlıyor yaşlılık belirtisi olan, artık onların küçük çocuğu olmaktan çıkıp onları takip etmeye başlıyorsunuz, ilaçlarını aldı mı, doktor kontrolüne gitti mi, dikkat ediyor mu yediğine içtiğine...
Başına buyruk hareket etme özgürlüğü elinizden alınıyor, ki zaten bu özgürlük üniversiteye kadar anne baba tarafından, üniversite sonrası da iş, varsa eş tarafından elinizden alınmakta otomatikman.
Eskiden ilkokul 2. sınıf bile size abi abla iken, şimdi 5. sınıfa giden bile bebek gibi görünüyor gözünüze.
Bazen, ölüme yaklaştığımın hep farkında olsam diye düşünüyorum, karşıma birden çıkınca hazırlıksız olmam, büyük hayal kırıklığı yaşamam diye. Geldiğinde hoşgeldin demeyi istiyorum.
Eskiden, 1 sene, 3 sene, 5 sene öncesini hatırlardık, anılarımız o zamana kadar uzanırdı, daha ilerisi yoktu. Şimdi ise yirmi sene önceki anılardan bahsediyoruz, ne zaman geldi geçti onca sene farkında değilim. Ölüme vardığımda da yine aynısı olacaktır, hiç farkında olmadan tüketmiş olacağım nefesleri...
Kim bilir, nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak
Taht misali o musalla taşında
demiş şair.

Hiç yorum yok: